göğün güzelliği yıldızlarsa, yerin güzelliği de sigara izmaritleridir

4.4K 356 190
                                    

Rüzgar çıplak omzumu okşarken kendimi başka bir dünyada gibi hissediyordum. Her ne kadar uyansamda gözlerimi açmamak şu an için en doğrusu gibi geliyordu. Yüzümde gezinen eller gıdıklasada yemin etmiş gibi gözlerimi açmıyordum, yalnızca bir tebessüm kaçıyordu dudaklarımın arasından.

Yüzümdeki elleri giderek çıplak omuzlarıma ve boynuma iniyordu. Ellerinin değdiği her yer karıncalanıyordu sonra ardında hoş bir iz bırakıyordu. Tıpkı bir perinin tozlarını sürmesi gibi hissettiriyordu.

Park Chanyeol, dört dakikada beni cazibesi altına alan adam şu an benim uyduğumu sanarak bana dokunuyordu. Gülüşüm dudaklarımdan düşmez iken beni gülümseyen gözlerle izleyen gözlerine verdim dikkatimi.

Rüzgar balkonun açık kapısından içeri süzülüp açık pembe ve turuncu arası renkte olan perdeyi havalandırıp saçlarımın üzerine koyup, geri çekiyordu. Bense gözlerimle onun kahverengi gözlerinin derinliğini merak eder gibi tam gözlerinin içine bakıyordum. Gülümsemesi yüzünden saniyeler içersinde düşürken yutkundu, bakışlarını yere indirdi, birkaç saniye içerisinde tekrar ben oldum ilgi odağı. Bana baktığında göz bebekleri büyüyordu.

Bakışlarımı onun bakışlarından çekip hemen yan taraftaki pencereden dışarıya baktım. Hava daha aydınlanmamıştı. Pencereye bakmayı kesip etrafta bir saat aradım ve bulunca saatin sabah üç olduğunu gördüm. Onun neden bu saatte uyandığını merak ederken buldum kendimi. Hala gözleri bende iken sordum.

"Neden bu saatte uyanıksın?"

Gülümsedi. Kısa süreli bir şekilde gülümsedi ve dirseklerini yatağa yaslayıp kafasını iki yana salladı. Elleri çarşafla oynuyordu. Pembe saçları yer yer alnına dökülüyordu. Çıkık duran kürek kemikleri ve omurgasını izledim. Omuzları sallandı. Yatak titreşti. Onun minik kıkırtısı içimde bir yerleri titretti.

"Uyuyamıyorum."

Bana baktığında gözleri donuklaştı ama göz bebekleri hala büyük bir haldeydi.

"Neden?"

Meraklı tarafım baş gösterirken o bu halime gülmüş ve başımı uzattığı kolunun üzerine koymuştu. Yüzlerimizin arasında santimler varken, nefesim onun yüzüne vurup bana geri dönüyordu. Güzel kokusu iliklerime kadar dolarken, kokusunun neye benzediğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Tek bildiğim eşi benzeri bulunmayacak kadar harika bir koku olduğuydu.

Güzel dudaklarından kelimeler yavaşça dökülmeye başladı.

"Korkularım yüzünden. Rahat bırakmıyorlar beni. Rahat bıraksalar bile en fazla üç saat uyuyabiliyorum. Uyursam korkularımın tüm bedenimi ele geçireceğinden de korkuyorum."

Gözleri tüm yüzümde gezinirken az da olsa rahatsız hissediyordum kendimi.

"Senin için ne yapabilirim?"

Güzel yüzü tekrar güldü. Büyük elini yanağıma yerleştirerek okşamaya başladı.

"Yalnızca yanımda ol, küçük gardenyam. Kokun bile en korktuğum şeyi kaçırmaya yetiyor."

Biraz daha yaklaşarak aramızda kalan santimleri kapattı. Minik burnu boynumda geziniyordu. Huzur dolduruyordu sanki.

"Peki ya gidersem?"

Başını kaldırıp bana baktı. Öyle bir bakıyordu ki içimdeki en ufak hücrem bile onu sevmek istiyordu.

"O zaman taç yapraklarını tek tek kopartıp başıma taç yaparım, küçüğüm. Bu şekilde her zaman yanımda olursun. Beni bırakmazsın ve hep kokun yanımda kalır. Tıpkı senin kaldığın gibi."

Gülümsedim. Çocuk gibiydi, Park Chanyeol. Ama benden büyük olduğuna bahse bile girebilirdim.

"Bir ihtimal, canım acır mı?"

Benden uzaklaşarak diğer büyük yastığa koydu kafasını. Büyük ellerini yastığın altına gizledi. Yanağı yastığın üzerine geldiği için hemen yanağının üst tarafı şişik bir şekilde duruyordu. Yarı baygın gözleriyle bana bakıyordu. Bir eli çıplak omzuma değince gözlerim anın verdiği hoş duygu ile kapandı.

"Acır elbet ama sonunda benim yanımdaysan pek de önemi yok."

Küçük bir kahkaha bıraktı küçük odanın içine. Duvarlar kahkahasını hapsetti sanki. Yankılanmadı bir daha.

Elini omzumdan alıp yastığın üzerine koydum ve ayağa kalktım. Gece geldiğim gibi uyuduğumuz için hiç bakmamıştım odasına. Ya da o, odasından çok daha göz alıcıydı.

Turuncu, mavi ve çok az pembe tonlarını taşıyordu. Bir tarafta duran kahverengi kitaplıkta güzel olduğuna yemin edebileceğim kitaplar vardı. Odasında en çok hoşuma giden şey ise bir sürü plağının olmasıydı. Plaklara aşıktım. Çok cezbedici gelirlerdi gözüme.

"Burası mükemmel."

Ona bakmadan konuşuyordum, plak seçmeye çalışıyordum. Güzel sesi kulaklarıma ulaşırken ellerim plakların üzerinde donakaldı.

"Senin gibi."

Kenardaki gramafon gözüme çarpınca seçtiğim plağı elime alarak büyük yatakta yatıp, gülümseyerek beni izleyen adama baktım.

Elimdeki Bowie plaklarından birisini salladım gözünün önünde. "Açabilir miyim?"

Gülümseyerek kafasını aşağı yukarı salladı ve iki elini sardığı yastığı kenara bıraktı. Bende gramafonu çalıştırmaya çalıştım ama açılmıyordu bir türlü. Uzun kolları etrafıma sarılıp ellerimde tuttuğum plağı çevirip tekrar yerleştirdi ve plak düzgün bir şekilde çaldı. Gramafondan gelen güzel ses tüm odayı doldurdu. Onun sıcaklığı bana geçti ve tüm bedenim ısındı.

Pembe saçları kabarmıştı. Çıkık kürek kemikleri ise gözüme çok hoş görünüyordu. Güzel yüzü ise bu hayatta görüp görebileceğim en harika şey olduğunu haykırıyordu.

Yavaşça şarkıya eşlik ederken büyük elleri çıplak belimle buluştu. Kollarımı boynuna dolayıp, kafamı biraz açıyla yukarı kaldırıp, bakışlarımızın da dans etmesini sağladım onunla birlikte dans ederken.

Aslında dans etmiyorduk. Yaptığımız tek şey sağa sola sallanmaktı. Ama bu, şu anda kimsenin umrunda değildi.

Onun gözlerinin içi gülüyordu. Ben de gülüyordum.

Yavaşça kulağıma eğilerek fısıldadı. "Dün sırada boşuna beklemeni istemedim. Çünkü gelmediklerini biliyordum."

Geriye çekildiğinde bu sefer ben ona yaklaşarak fısıldamaya başladım. "O zaman sen neden sıradaydın?"

Bir elini saçlarıma getirip gözümün önüne gelen saçları nazikçe kenara itti. "Beni dört dakikada etkileyecek çocuğu bekliyordum."

Hızlı bir şekilde tam dudağının kenarına küçük bir öpücük kondurup kendimi onun kollarından ayırdım ve dün çıkarttığım gömleği giymeye başladım. Düğmeleri iliklerken beni yatağa yatırarak ağırlığını üzerime vermeden, üzerime çıktı. Eliyle gözümün önüne düşen saçları kulağımın arkasına itmeye başladı.

"Gitmeliyim." Onu kendimden uzaklaştırmak istesemde hala saçlarımla oynuyordu.

Gözleri gözlerimi buldu. Gözlerinden alamıyordum gözlerimi.

"Bu gece burada kal." Devam edecek gibiydi. Gözlerine bakmayı sürdürdüm. "Yarın akşamda. Sonraki akşamda. Her akşam burada kal. Ben de her akşam sana aşık olayım, kokunla sarhoş olsun tüm bedenim, gardenyam."

Dudaklarını dudaklarıma kapattı bir şey söylememi istemezmiş gibi. İki dudağımın arasına bıraktı öpücüklerini. Öpücüğü içimde bir yerlerde kaybolmuştu.

Light Of Day // chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin