Çarşamba gününün diğer günlerden farklı olarak dondurucu derecede soğuk olacağını önceki gün akşam haberlerinde duymuş ancak önemsememişti ve şimdi bu yaptığı hatanın cezasını çekiyordu.
Üzerindeki kapüşonlu ince hırka dışında Kayra'yı sabahın kuru soğuğundan koruyan tek şey otobüs durağının camlarıydı. Camlar sağdan ve soldan esen rüzgârın soğuğunun Kayra'ya ulaşmasını engelliyordu ancak rüzgâr bu sabah asiydi ve yönünü sürekli değiştiriyor, ön cepheden estiğinde Kayra'nın ve otobüs durağındaki diğer insanların yüzünden bütün sıcaklığı çekip alıyordu.
Beklediğinin aksine şubat ayının ilk haftası oldukça soğuk geçmişti ve yine beklediğinin aksine bu soğuk hava dalgasının ay boyunca devam edeceği söyleniyordu. Geçen yıl bu zamanlar tepede güneş parlıyor ve sokaklar üstüne yarım kol tişört geçirmiş gençlerle kaynıyordu. Şimdiyse o gençlerden eser yoktu sokaklarda. Dışarı çıkan herkes botundan montuna kadar kalın giysiler giyiyor, pek çok kişi de yanına şemsiye almayı ihmal etmiyordu. Elbette şemsiyeyle dışarı çıkanların bir kısmı pişman oluyordu çünkü rüzgâr şiddetini düşürmüyor; belirli aralıklarla arttırıyordu ve şiddetli esen rüzgâr şemsiyeleri ya havaya uçuruyor ya da parçalanmalarına sebep oluyordu.
Yollar buz tutmuştu. Birinin yanında tutunacak bir arkadaşı olmadan dengesini kaybetmeden yürümesi oldukça zordu. Belediye araçları asfalt yolları tuzluyor, şoförlerin kazasız belasız araba kullanmalarını sağlamak için alınması gereken tüm önlemler alınıyordu ancak yayaların rahatı için aynı özenle çalışıldığı pek söylenemezdi. Kaldırımlar her sene olduğu gibi yine kendi haline bırakılmıştı. Düşüp kalkanların ardı arkası kesilmiyordu. Her yere düşen kalktıktan sonra acıyan yerini ovalıyor, yüzüne saçma bir utangaç gülümseme kök salıyordu.
O gülümsemeye sahip biri Kayra'nın yanına geçip durdu. Genç bir çocuktu. Kayra, onun üniversite öğrencisi olduğunu tahmin etti. Sırtında Nike çantası, altında likralı pantolonu, ayaklarında Lumberjack marka botlarıyla kendini havalı sanan basit üniversite öğrencilerinden biriydi. Bakımlı saçlar ve sakalsız temiz bir yüze sahipti. Görünüşe göre saçlarıyla gurur duyuyordu. Bu inanılmaz soğukta dışarda başını kapatmadan yürümesinin tek sebebi olabilirdi o da yaşıtı olan kızlara ne kadar yakışıklı olduğunu göstermek istemesiydi.
Çocuğun kendine baktığını fark etti Kayra ve gülümseyerek selamladı. "Düştün galiba?"
"Evet," dedi. Dirseğini ovalıyordu. "Yollar çok kaygan. Dünde böyleydi gerçi ama bugün daha kötü olmuş. İyice buz tutmuş her yer."
"Hı hı," dedi, Kayra.
"Siz bu şekilde üşümüyor musunuz?"
Çocuğa susmasını, konuşmak istemediğini, çenesini kapatmasını söylemek geçti içinden. Neden hep böyle oluyordu? Birine nezaketen –ve çoğunlukla kendini mecbur hissettiğinden- bir şey söylediğinde muhatap olduğu kişi hemen konuşmaya başlıyor, geveze ağzı yorulana kadar konuşmayı sürdürüyordu. Nerede durması gerektiğini bilen insan sayısı çok azdı.
"Üşüyorum."
"O halde niçin böyle dışarı çıktınız?"
"Ben fakirim, başka giyeceğim yok," dedi Kayra ve çocuk başını sallayıp diğer yöne çevirdi.
İşe yarayan bir yöntemdi bu. Gereksiz yere gereksiz şeylerden konuşmayı seven insanların duyarlılık ve sağduyu gerektiren konularda susmayı tercih ettiğini fark edeli uzun yıllar olmuştu. Fakirlik, ölüm, savaş, açlık, yolsuzluk gibi konular insanların ilgisini çekmiyordu çünkü işin içine kendini sorgulamak giriyordu ve insanlar kendileriyle yüzleşmekten kaçınırdı. Çoğu insan kendi hayatının başkasının hayatından daha önemli olduğunu düşünür, buna göre davranırdı ama aslında kimse hayatın önemini ya da anlamını bilmezdi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uyku Evi
Mystery / ThrillerDuvardan koro halinde sesler geldi birden. Yüzlerce ses iç içe geçmiş başarısız bir koro oluşturmuştu. Korku filmlerine yakışacak türden seslerdi bunlar. Kahkahalar, küfürler, çığlıklar... Gerçek olamayacak kadar gerçeküstüydü hepsi. Gizem/Gerilim...