Bir masa ve birbiriyle karşı karşıya gelecek şekilde masanın önüne konmuş iki sandalye ile küçük, önemsiz bir oda birden değişerek sorgu odası haline gelebilirdi. Sorgulayan kişi sorguladığı kişiyi köşeye sıkıştırmaya çalışır, çoğunlukla sorgulanan şahısın üstünde psikolojik baskı yaratmak amacıyla sert bir ses tonuyla konuşur ve evrenin sırrı dâhil her şeyi biliyormuş gibi bir havaya bürünürdü. Odanın içindeki ayna basit bir kamuflaj görevi görürdü ve sorgulanmamış insanlar dahi aynanın diğer tarafında birilerinin sorgu odasını izlediğini bilirdi.Sorgulanan kişinin hal ve hareketleri doğrudan sorgulayan kişinin hal ve hareketlerinden etkilenirdi. Soru sorup cevap bekleyen kişi eğer güler yüzlüyse onun işinde acemi, aptal bir polis memuru olduğu düşünülürdü. Çatık kaşlı bir polisle karşı karşıya kalındığındaysa ondan korkar ancak yine de bir şeyleri saklayabileceğine, paçayı kurtarabileceğine dair inanç sorgulanan şahsı terk etmemekte ısrarcı davranırdı.
Kayra şu an tam olarak benzer bir durumdaydı. Düşüncelerinin bir kısmı Alaycı Prens'in tehditkâr sözlerinin başarısız bir oyunculuğun ürünü olduğuna sıkısı kadıya inanıyor, bir kısmıysa korkudan ecel terleri döküyordu. Sorgu odasındaki herhangi birinden farklı olarak ise içinde bu işten kurtulacağına dair pek bir umut yoktu.
Artık yoktu.
Alaycı Prens işaret parmağını kameraya çevirip dosyayı Kayra'nın dizine vurdu. "Kendini şuan seni izleyen insanlara tanıtmak ister misin? Biri ya da birileriyle konuşmaya başlamadan önce nezaket gereği kendini tanıtman gerekir, biliyorsun." Bir kaşını havaya kaldırdı. "Biliyorsun, değil mi?"
Alaycı Prens'e cevap vermek üzere ağzını açtı ancak kelimeler genizden kayıp boğazda ilerleyen sümük gibi dilinin altına yerleşti. Gözleri gri duvara odaklandı tekrar. Sesler kaybolmuştu çoktan; yüzlerde öyle. Ne var ki duvara bakmaktan kendini alıkoyamıyordu. Gördüklerinin, duyduklarının hayal ürünü olduğunu söylemek istiyordu.
Buna inanmak çok da zor değildi. Stres altındaki insanların tuhaf şeyler görüp duyduğuyla ilgili sürekli yazılar çizilir, konuşmalar yapılırdı. Haberlere dahi konu olurdu böyle şeyler zaman zaman. Yaşlı bir adamın trafik kazasında ölen çocuklarının fotoğraflarına bakarken en büyük kızıyla altı yaşındaki torununun salonun ortasında belirdiğiyle ilgili bir haber izlediğini hatırlıyordu. Adam eve gelen komşulara da sonunda ona şizofren teşhisi koyan doktorlara da aynı hikâyeyi anlatıp durmuştu. En nihayetinde bu olay basının ilgisini çekmiş ve onlarca haber programında üç gün boyunca bu olay hakkında bir şeyler konuşulmuştu. Konuyla alakalı gelen sorulardan birine orta yaşlı kadın bir uzmanın verdiği yanıt şu olmuştu: "Bazı stres barındıran durumlarda birey sesler duyabilir, evde veya başka bir mekânda yalnız olmasına rağmen yalnız olmadığını düşünebilir, bir takım hayaller görebilir. Bunun şizofreni ile pek bir ilgisi olduğunu söyleyemeyeceğim..."
Bunu hatırlıyor olmak bir noktada rahatlatıcıydı. Hiç değilse benzer şeyler yaşayan birileri olduğunu biliyordu ve birkaç dakika önce olanların basit bir hayal gücü oyunu olduğuna inanan tarafı nispeten daha baskın bir konuma geçebiliyordu.
Ama...
Kayra üç harfle başlayan bu cümlenin nasıl tamamlanacağını biliyordu. Ne konuda olursa olsun hep bir ama vardı ve ondan sonra gelen kelimeler çoğunlukla kötüye işaret ederdi.
Ama hayal ettiğini zannetmiyorsun. Görüp duydukların sana gerçek geliyor. İşin kötü tarafını öğrenmek ister misin, sersem? Hayal etmedin. Gerçeklerdi.
"Hayır!"
"Neye hayır? Gerçekten bunun nezaket kuralı olduğunu bilmiyor musun? Doğrusunu istersen, şaşırmadım."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uyku Evi
Mystery / ThrillerDuvardan koro halinde sesler geldi birden. Yüzlerce ses iç içe geçmiş başarısız bir koro oluşturmuştu. Korku filmlerine yakışacak türden seslerdi bunlar. Kahkahalar, küfürler, çığlıklar... Gerçek olamayacak kadar gerçeküstüydü hepsi. Gizem/Gerilim...