"Annen seni bırakıp gitmedi bebeğim." kafasını kaldırıp gözlerine baktım. "geri dönecek, sana söz veriyorum tamam mı geri dönecek."

"Babam da geri dönecekti, ama hala gelmedi."

O an keşke bilebilseydim diye düşündüm, tonlarca kitap okumuştum. Üniversitedeyken sayfalarca not ezberlemiştim. Hiçbiri o an ne yapacağımı bana anlatmıyordu, hiçbiri bana yardımcı olmuyordu. Babasını kaybetmiş ve annesini de kaybetmek üzere olan bir çocuğu nasıl teselli edebileceğimi biliyordum. Bir insan hayatı boyunca birkaç defa çuvallayabilirdi, bense en büyük çuvallamamı yaşıyordum.

"Biliyor musun?" diye sordum Taemin'e, her zamanki gibi bakışları üzerimden ayrılmamıştı, ellerinden biri hala gömleğimdeydi. "Bazen bir şeyleri kaybedebiliriz, bu çok büyük bir şey olabilir. Bir babanın varlığı, bir annenin sıcaklığı. Bazı insanlar bundan tamamen mahrum olur, kaybedecek kadar bile sahip olamaz. Bazense tüm bu kaybettiklerimizin yerini doldurabiliriz. Evet, o boşluğa tam olarak uymaz fakat en azından o boşluğa bir şeyleri tıkıştırıp kendimizi avutabiliriz."

Taemin gözlerini yüzümden bir saniye bile ayırmadan yüzüme bakıyordu, saçmaladığımı düşünüyordum, hatta gerçekten saçmalıyordum. Bu yüzden doğrudan konuya geçiş yapacaktım.

"Biliyor musun Taemin," dedim ellerimle saçlarını geriye doğru tarayıp. "Her zaman senin gibi bir oğlumun olmasını istemişimdir. Eğer istersen senin için o boşluğa girebilirim. Baba olmak için çok gencim biliyorum ama sanırım senin için bir istisna yapacağım."

"Annemle mi evleneceksin?" Taemin gözlerini kocaman açtığında panikle kafamı iki yana salladım.

"Hayıııır." dedim uzatarak, "Ben zaten Joygin'le, yani aman, Jongin'le evliyim biliyorsun. Sadece ikimiz de senin baban olabiliriz, istersen tabii, bize baba diyebilirsin. Biz seni hiçbir zaman bırakmayacağız."

O an için Jongin adına da konuşuyor olmam hiç umrumda değildi, böyle bir konuda Jongin'in sorun çıkartacağını düşünmüyordum. Söz konusu Taemin olduğunda, ne kadar belli etmese de, o da en az benim kadar hassastı. Her öğle yemeğinde Xiumin'i arayıp Taemin'in nasıl olduğunu sormayı huy haline getirmiştim ve ben Xiumin'le konuşurken Jongin de pür dikkat beni dinliyordu. Nöbete kaldığı bazı gecelerde ise beni arayıp ikimizin de nasıl olduğunu soruyordu. Bunlar değişen şeylerden sadece birkaçıydı.

Dediğim şeyden sonra Taemin derin düşüncelere dalmış gibi kafasını önüne eğdi, bir süre sessizlik içinde oturmaya devam ettik. Sessizliği bozan şey ise teras kapısının açılması ve Xiumin'in tekrar salona girmesiydi. Biz işteyken Taemin'e baktığı için gününün yarısını burada geçiriyordu, biz geldikten sonra da telefonla konuşması gerektiğini söyleyerek terasa gitmiş ve son bir saattir oradan çıkmamıştı. Büyük ihtimal Luhan ile konuşuyordur diyerek pek fazla umursamamıştım.

"Ben gidiyorum."

Xiumin salonun ortasında durup telefonunu arka cebine yerleştirdi, yorgun gibi bir hali vardı. Her zaman dağınık duran saçları bu defa tamamen iç içe girmişti, gözlerinin altında morluklar vardı. Ona baktığımı fark ettiğinde gözlerime bakıp hemen ardından kafasıyla koridoru gösterdi, her gün görüşsek de son günlerde fazla konuşamıyorduk ve bu durum canımı sıkıyordu. Taemin'i kucağımdan indirip kanepeye oturturken Xiumin'e bakmaya devam ediyordum.

"Gidiyor musun Minnie?"

Taemin Xiumin'e bakarken gözlerini kocaman açmış ve kafasını yana eğmişti, Xiumin gözlerini ona çevirip yorgun bir gülümse takındı.

"Gidiyorum kedi." dedi olduğu noktadan el sallayarak, "uslu dur tamam mı?"

Taemin hevesle kafasını salladı, ona dönüp "Birazdan geleceğim." dedim ve Xiumin'in arkasından koridora doğru ilerleyeme başladım. Sonunda dış kapıya vardığımızda sırtını kapının yanındaki duvara dayayıp derin bir nefes aldı.

H4N // sekaiWhere stories live. Discover now