31.BÖLÜM 'Bilinmeyen Ülke'

7.1K 344 151
                                    


İyi okumalar, canlar.

XXX

Yaz yağmurları misali yıllarca

Yağmış durmuşum kendi içime.

Zaten dünya öyle dünya ki kim kime

Herkes kendi derdince anca,

Herkesin yüreği lime lime...

XXX

Sıkıntıyla bir elimdeki gül demetine bir de kuryeye baktım. Sonunda genç çocuğa dönüp ''Kimin yolladığını öğrenebilir miyim?'' diye sorduğumda başını iki yana üzgün olduğu belirtirmişçesine salladı ve ''Hayır efendim gönderen ismini belirtmedi.'' diyerek karşılık verdi.

Gereken yeri imzaladıktan sonra bir kart bulabilme amacıyla gül demetini karıştırmaya başladım. Fakat fotoğraftan başka bir şey yoktu. Fotoğrafın ön yüzünü çevirdiğimde gördüğüm şekil sırtımdan bir ter damlasının gelip geçmesine sebep oldu. Fotoğrafın ön yüzünde bir kedi vardı. Dün gecenin anıları bir bir gözümün önünden geçerken suratımı buruşturdum.

Bana gönderilen yakılmış bir kedi cesedi, saçma sapan bir e mail ve şimdi de bir demet gülle beraber saçma sapan bir kedi resmi.

Gerçekten de tüm bu saçmalık neydi? Ener'in de dediği gibi biri benimle oyun mu oynuyordu yoksa çok daha ciddi bir şey miydi? Ne yapılabilirdi bu durumda? Polise mi babama mı gitmeliydim? Ener bu durumu umursamadığını çok açık bir şekilde belirtmişti.

İşte bir kez daha yapılabilecek onca şeye rağmen ben hiçbir şey yapamıyordum. Adım atmıyordum, halbuki adım atsam bu dağınıklıktan kurtulacak ve belki de tüm sıkıntıyı geride bırakacaktım. Fakat ben her seferinde bir köşeye çekilen insanlar gibi kendimi olayın akışına bırakıyordum. Savrulup gidiyordum belki de. Yokluğa savruluyordum. İçimden parça parça kopana kadar siniyordum.

''Efendim, Ener Bey sizi çağırıyor.''

Yanı başımdan gelen sesle bir an afallasam da çiçekleri masaya bırakıp Ener'in sekreterine döndüm. Kolumdaki saat öğleyi gösteriyordu, nasıl oldu da unutmuştum? Ener ve ben her öğle arasında yemek yiyip satranç oynuyorduk.

Sekretere doğru ''Gidelim öyleyse.'' diye mırıldanıp düşüncelerimi de bir kenara fırlatmayı umut ettim. Asansörde sadece birkaç kişi vardı, yönetim katının düğmesine basıp aynaya yaslandım. Bu plaza bana hiç gitmediğim fakat dizilerde gördüğüm o New York gökdelenlerini anımsatıyordu. Çağan ve Demir iki ayrı şirket olsalar da dostluklarını göstermek istermişçesine aynı plaza içerisindeydiler.

Yönetim katında Ener'in, Yavuz Demir'in ve Zafer Çağan'ın odaları bulunuyordu. Asansör yönetim katında açıldığında karşımızda bir Ener görmeyi beklemiyorduk. Oysa çok normal bir şeymiş gibi sekreterine dönüp ''Siz öğle yemeğine çıkabiliriniz Suna Hanım.'' Dedi.

Madem asansörü kullanacaktık neden beni ayağına kadar getiriyordu ki.

Kadın asansörden çıkarken boşluğunu Ener doldurmuştu. Aynadaki görüntüsü öylesine vurgulayıcıydı ki bakmadan edemedim. Üstündeki siyah gömleği, siyah keten pantolonunu içine sokmuştu. Kendini parıldayarak belli eden kemer tokası siyahlığını böle tek detaydı. Gömleğinin kollarını dirseklerine kadar katlamıştı ve bu ona gençliğin asiliğini katıyordu.

Can yakıcıydı.

Fakat bizim şu anda onun odasında olmamız gerekiyordu. Ses tonumu meraklı küçük kız tınısından ayırarak ''Bizim şu anda senin odanda olmamız gerekmez miydi?'' diye sordum. Koyu mavi gözlerini bir anlığına üzerime çevirse de sonra tekrar aynadaki yansımasına döndü. Nasıl da unuturdum, onun siyahlığını asıl bölen koyu mavi gözleriydi.

KURUYAN YAPRAKLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin