DOĞUM GÜNÜ - ÖZEL BÖLÜM

333K 21.1K 7.4K
                                    

Bu özel bölüm, 4N1K'yı özleyen okurlarım için özel olarak yazılmıştır. Hikaye, Yaprak'ın doğum günü ile başlıyor ya... Hah, bu kısım ondan birkaç hafta önce. Yani, kitabın öncesindeki bir haftadan. Spoiler olmaması açısından herkes okusun diye öyle bir zaman dilimi tercih ettim. Sizleri o kadar özledim ki... Arada buraya yine özel bölümler yükleyeceğim. Merak etmeyin ve takipte kalın!

Sizleri çok acayip seven, Büşra Yılmaz.

Keyifli okumalar  <3


5 ARALIK 2014


Ertesi gün biyoloji sınavım olduğu için aylardır kıyafetlerimi üzerine yığmaktan başka bir misyonu olmayan çalışma masama kuruldum . Çekmeceden biyoloji kitabımı çıkarıp istemeye istemeye içini açtım. Açmam ile sayfaların arasında günlerdir aradığım tavşanlı çorabımın tekini görmem bir oldu. "Anaa, sen nasıl girdin acaba oraya? Ayağımın nereye girdiğine hakim olamıyorum galiba." Çorabı bir kenara koyup, ödevin olduğu sayfayı çevirdim. Kalemimi elime alıp, sayfa ile birkaç santim yakına yaklaştırdım. Biz iz bırakacaktım ki kağıda sayfada yer alan sorulara değil bir kalem izi bırakabileceğimi, parmak izi dahi bırakamayacağımı anlayınca kalemi masaya fırlatıp, kendimi dönen sandalyemde geriye ittirdim. "Hocam biyolojik evre olarak en ağır dönemimdeyim, asiyim, beddualarımla Çin surlarını devirecek seviyedeyim. Ben de istemiyorum sizin kulaklarınızı kanatmak ama bana başka şans vermiyorsunuz..." Sandalyede dönmeye başladım. "Yani örs, üzengi ve çekiç kemiklerinizi sırasayla çınlatırlar inşallah hocam. Trafik lambası tam siz geçecekken sarıda tıkanır da ne yapacağınızı bilemeden arafta kalır arkanızdaki sabırsız şöforler tarafından kornanıza basılır inşallah. Doğum gününüz Ramazan'a denk gelir de kimse-" Durdum. "Doğum günü!" İki gün sonra Ali'nin doğum günüydü!

Hemen telefonumu elime alıp Whatsapp'ta yeni bir grup kurdum.

***
3N1K Whatsapp grubu

Oğuz'u eklediniz.

Gökhan'ı eklediniz.

Sinan'ı eklediniz.

Sinan: Bu ne lan? Kız whatsapp gruplarının değerlendirme odaları gibi, biz de buradan Ali'nin dedikodusunu mu yapacağız? Bu ne şimdi?

Oğuz: Ayyy... Az önce gördünüz mü ne dedi Ali? Sanırsın dünya üzerindeki bütün herkes de buna yavşıyor... Bu ne ya? Orada bir şey diyemedim ama bence abartıyor. Ömer benden hoşlanıyordu, kesin inat için Ali'ye yazdı... Uff, şimdi gidip ağzına sıçacağım ama... Valla grupta bir tek sizin için duruyorum kızlar. Bu arada kilo mu almışım Gökhan zillisi öyle yazmış. Ay resmen fesatlıktan kırk kiloya düştü haspam, hala millete kilo aldın kilo aldın... Onun da ağzına sıçacağım bir gün zor duruyorum valla kızlar.

Yaprak: Oğuz ne diyorsunuz ulan sen yine?

Oğuz: Kanka hep bunu yapmak istemiştim lan. Kızlar yapıyor ya bunu... Çok rahatladım şu an.

Gökhan: Zilli Gökhan online yalnız Oğuzcum.

Oğuz: Ay kızlar kim aldı bunu ya? Bu kız varsa ben yokum!

Oğuz ayrıldı.

Yaprak, Oğuz kişisini yeniden ekledi.

Yaprak: Ulan var ya, en hassas yerlerinize mavi tık atarlar inşallah bir durun be! İş ciddi. İki gün sonra Ali'nin doğum günü! Hiç unuttuk...

Sinan: Kanka ne kasıyorsun ki? Bir pasta alır iki üç mum dikeriz...

Yaprak: Sıkılmadınız mı yahu? Daha değişik bir şey yapmalıyız...

Oğuz: Bir pasta alır, mumları Gökhan'ın açılmamış goncalarına dikeriz. Değişiklik...

Gökhan: Oğuz, senin en olmadık yerlerine mum diker, dilek olarak da Allah'tan belanı diler, öyle sikerim.

Sinan: Kanka ayağa kalktım yemin ederim öyle alkışlıyorum.

Yaprak: Ya oğlum geyik vakti mi cidden sizce? Ha? Fikir üretin fikir!

Gökhan: Buldum! Bir tane pasta alır, mum dikmeyiz. Değişiklik...

Yaprak gruptan ayrıldı.

***
6 ARALIK 2014

Hafta sonları erken uyanmamamla yedi düvel karga klanına nam salmış biri olarak, cumartesi sabahı erkenden kalkmam başta annem ve komşu aile bireyleri arasında şiddetli bir şoka yol açsa da, sabahın sekizinde yollara düşüp Ali'nin yanına gittim. Ertesi gün doğum günüydü, ama biz henüz bir fikir üretememiştik. Ben de iş başa düştü diye erkenden yollara atmıştım kendimi o gün işte. Alilerin dairesinin önüne gelince her zamanki gibi değil de, daha sakin bir giriş yapabilmek için anahtarımı kullandım ve parmak uçlarımda oturma odasına yürüdüm. Ali'nin yatak odasının önünden geçerken, duraksayıp "Ali uyandı mı acaba..." diye fısıldadım kendi kendime. Yüzüme sinsice bir gülüş yerleştirip, işaret parmağımla hafifçe ittirdim kapıyı ve içeri doğru bir adım attım.

Ali'nin henüz uyanmadığını görünce yüzümdeki sinsi gülüş gitti yerini hafif çatık kaşlı bir surat ifadesine bıraktı. Üzerine yine bir şey giymeden uyumuş, yorganı da atmıştı üzerinden. "İzmir'de de olsak kış ayındayız gamzeli oğlan. Hasta olacaksın..." dedim kısık sesle ve yerdeki yorganı kaldırıp Ali'nin üzerine örttüm. Yorgan tenine değer değmez açılıverdi gözleri. Dağılmış saçlar, kısık gözler, uykulu bir ses... "Günaydın..." dedi gözlerini ovuştururken. "Saat kaç?"

"Bakalım," deyip kol saatime baktım. "Dokuz'u on iki geçiyor."

"Bildiğimiz dokuz mu? Sabah sekizden sonra gelen?"

"Evet."

"Yaprak..." Gözleri biraz daha açıldı. Yatakta doğrulup bacaklarını aşağı sallandırıp yere bastı. "İyi misin sen güzelim? Uyuyamadın mı gece yoksa?"

"Yoo. Gayet de uyudum ve erken uyandım."

"Her hangi bir üstün hal yok değil mi? Deprem? Gök taşı? Titan saldırısı?"

Ellerimi belime koyup gözlerimi kıstım. "Sabah sabah ne kadar da komik Ali... Erken kalkamaz mıyım ben be?"

"Nasılsa çıkar kokusu..." deyip ayağa kalktı. Tam önümde durup, hafifçe eğildi ve yüzünü benimkiyle aynı hizaya getirdi. "Gözlerin morarmış uykusuzluktan... Çok kolay yakalanıyorsun küçük titan."

Elimi panikle gözlerime götürdüm. "Mor mu? Cidden mi? Ayna-" Etrafımda ayna ararken, omuzlarımdan tutup kendine çevirdi beni. Ellerinden biri ile yanağımı yakalayıp hafifçe çekti.

"Korkma. Şu dünya seni çirkin gösterecek bir renk yok..." Gamzelerini belli ede ede gülüp, elini yanağımdan çekti. Muhtemelen gece yatarken çıkarıp fırlattığı tişörtünü yerden alıp üzerine geçirdi ve ben hala şaşkınlıktan gözlerimi kırpıştırırken odadan çıkıp gitti. Klasik Ali...

Ayaklarımı popoma vura vura yine klasikleşen dramatik Yaprak koşuşu yaparak mutfaktaki Ali'nin yanına gittim. Sabah sigarasını yakmış, kahvaltı için dolaba bakınıyordu. Yanına gidip, Ali'yi ittirdim. "Çekil koca oğlan. Bugün kahvaltı benden."

"Yaprak," dedi Ali gülerek. "Bugün gerçekten şaşırtıyorsun beni. Erken kalkmak... Kahvaltı hazırlamak... Cidden söylesene bir şey mi-" Ali cümlesini bitiremedi. Çünkü onun cümlesinin dolaylı tümlecine reçel damlattım. Yani elimdeki reçel kavanozunu yere düşürüp, kırdım. "Ayyy!" diye küçük bir çığlık atıp dizlerimin üstüne çöktüm ve dünya üzerindeki en saçma müdahaleyi yaptım reçele. Reçelli cam parçalarını avuçlayarak toplamaya yeltendim. Allahtan üçüncü saniyesinde eli gelip, belimden tutarak kaldırdı beni ve mutfak masasına oturttu. Ali bana 'ne yapıyorsun sen Yaprak' der gibi bakınca çilek reçel bulaşmış ellerimi suçlular gibi havaya kaldırdım. "Teslim oluyorum. Kavanozu ben öldürdüm." Güldü Ali. Ellerine reçel bulaşmasını önemsemeden, ellerimi avuçlarına alıp "Cam battı mı?" diye sordu endişeyle. "Yok yok, iyiyim. Sadece ellerimi kana buladım. Bak..." Ali'nin yanağına dokundum reçel bulaşsın diye. "Bu bir savaş çağrısı mı Yaprak hanım?" dedi tek kaşını kaldırıp. Reçelli yanağıyla o kadar komik görünüyordu ki, ciddi durmak istediğim halde duramayıp güldüm. "Gamzene reçel bulaşmış, ekmek banayım mı yakışıklı?" dedim alaycı bir tavırla. Böyle deyince ellerimi bileklerimden tutup iki yanağıma bastırdı. Reçel, yanaklarıma değince yüzümdeki gülüş anında düştü. "İşte bunu yapmayacaktın gamzeli oğlan..." deyip ellerimi Naruto'nun rasenganını yaptığı gibi yaptım. "Rasengan!" diye bağırıp Ali'nin yüzünü avuçladım. Kirpiklerine kadar reçel oldu yılların koskoca Ali Tekelioğlu'su.

Birkaç saniye mimiksiz bir yüz ifadesiyle bana baktı. Ama her göz kırpışı bile kıpırdayan reçellerden dolayı o kadar komik duruyordu ki... Kahkahalarla gülmeye başladım. "Komik mi?" diye sordu. Ben daha gülmekten cevap veremeden, kendi gülmeye başladı. "Komik, tamam."

Ben, ellerim karnımda gülerken; tişörtünü çıkardı. "Senin yüzünden küfleneceğiz Yaprak," deyip beni şaşırtarak benim yüzümdeki reçelleri temizlemeye başladı. "Biliyor musun, eski bir masal var çilek reçeli ile ilgili..."

"Hmm... Bilmiyorum. Var mı cidden?"

"Var. Reçeller ülkesi ve oranın prensi ile ilgili."

"O ne be? O nasıl masal?" dedim gülerek. "Çünkü bütün masallar çok mantıklıdır..." deyip, burnumdaki reçelleri sildi bastırarak. "Acıdı!" deyince, hemen yumuşayıp burnuma dokundu her zamanki şefkatiyle. "Acıdı mı cidden?"

"Şaka yaptım be... Reçeller ülkesi diyordun?"

"Hah... Reçeller ülkesi. Orada bir prens varmış işte. Böyle içten içe sıradan bir kızı seviyor, kız çilek tarlasında çalışan bir işçi... Ama kız o kadar fakir ki, reçel için çilek yetiştiren bir tarlada çalışıp, reçelin tadına o yaşına kadar bir kere dahi bakamamış..."

"Gerçek gibi ki... Afrika'da kakao toplayıp çikolatanın tadını bilmeyen işçiler gibi..."

"Öyle gibi... Neyse işte, bu kız bilmiyor prensin bunu sevdiğini. Tahmin de asla edemiyor. Nasıl etsin ki, prensin onu sevdiğini? Ama bir gün prens kafasına koyuyor kıza açılmayı. Kızın evine bir kavanoz reçel gönderiyor üzerinde bir not... 'Çilekler beyazdan kırmızıya dönüyorsa senin ellerinle buluşmak için... Ve sonra o çilekler reçel olup bu kavanoza giriyorsa bir gün tekrar seninle buluşmak umuduyla... Kapağı aç ve tadına bak. Çilekler mutlu olsun.' Kız kapağı açıyor, kapağın altında başka bir not. 'Bir de gülümsersen damağında kalan tada... Yıllardır gülüşün için ölen adam için de bir kere güler misin?' O an prens giriyor birden içeri, kız panikten düşürüyor elindeki kavanozu!"

"Ayy! Aman prens bir tane daha versin be, koskoca prens..."

"Öyle değil işte... O özel bir kavanozdu."

"Nesi özel?"

"Karıştırma kızım onu... Özel işte. Neyse... Kavanoz yere düşünce kırılmış reçeller etrafa dağılmış... Prens yıkılmış! Kız özür dilese de iş işten geçmiş bir kere. Hemen yere çökmüş ve reçeli toplamaya çalışmış ama daha da beter olmuş... O an onu izleyen prens şöyle demiş kıza... 'İşte... Aşk da böyle bir şey. Aşık olduğun kişiyi görünce reçel kavanozunu panikten kırmak gibi... Elinde olmuyor, kayıp gidiyor ve parçalara ayrılıyor içinde bir şeyler... Sonra reçel usul usul akıyor, elinden bir şey gelmiyor... Toplayayım desen, her yanına bulaşıyor aşk... Yapış yapış kalıyorsun ortada. Annem, seni görünce elinden reçel kavanozunu düşüren kişi, gerçekten seni seviyor demektir diye bir öğüt vermişti ölmeden. Yanılmamış...' Öyle demiş işte."

"Eee?"

"Eee... Bu kadar uydurabildim, bakma öyle."

"Ali iyi misin?" dedim gülerek. "Az önce bana dünyanın en saçma masalını anlattın."

"Reçeller ülkesi saçma, ama Afrika'da bunu yaşayan kakao işçileri var dedin. Belki reçel prens yoktur ama ona benzer şeyler yaşayan bir oğlan vardır. Olamaz mı?"

"Anlamadım."

"Yaprak..." dedi elini yanağıma koyup. "Az önce bir reçel kavanozu kı-"

Ali sanki dünyanın en önemli şeyini söyleyecekmiş gibi bir ciddiyetle konuşurken ortamı Oğuz'un çılgın girişi bozdu.

"Laaaan, koşun! Sinan çöp konteynırına tekme attı içinde kedi varmış bunun suratına zıpladı! 'Ben suratımla para kazanıyorum' diye yuvarlanıyor yolda!"

6 ARALIK GECESİ

3N1K Whatsapp grubu

Yaprak: Saat olmuş 11, biz hala bir bok bulamadık. Tebrikler...

Sinan: Zaman makinesi bulsam, şu an Ali'nin doğduğu güne gider bir iki gün gecikmesini sağlardım.

Gökhan: Zaman makinesi bulsam Oğuz'un doğduğu güne gider, 'İtirazım var, bu doğum gerçekleşemez! Derdim.'

Oğuz: Zaman makinesi bulsam kendi doğduğum güne gider, 'Durdurun ulan doğumu, inecek var' derdim.

Yaprak gruptan ayrıldı.

Oğuz gruptan ayrıldı.

Gökhan gruptan ayrıldı.


Sinan: Yine bitmiş tuvalet kağıdının dibindeki yırtık karton gibi yalnız kalan ben oldum anasını satayım...

***

7 ARALIK / GECE 23-45

Gece, Ali'nin doğum gününü ilk kutlayan olabilmek için evden kaçtım gizlice. Çok karanlık olduğu için, koşa koşa gidiyordum. Daha birkaç yüz metre ilerlemiştim ki, Ali'yi gördüm. "Ali? N-ne işin var burada?"

"Senin ne işin var bu saatte dışarıda?"

"Şey... Markete gidecektim. Şey bitmiş-"

"Sen on iki yıllık arkadaşını hafife mi alıyorsun? Bu saatte evden kaçıp doğum günümü kutlamak için yanıma geleceğinden adım gibi emindim. Ben de bari gideyim de kutlara kuşlara yem olma dedim..."

"Ali..." dedim birkaç adım atıp yanına giderken. "Ama... Bozdun be her şeyi!" Elinin birinin arkada olduğunu fark edince, o eline vurup "Arkanda ne saklıyorsun?" diye sordum. Sokak lambası altında, gamzesini parladı birden. Gülümsedi. Minik bir pasta ve üzerinde yanan bir mum...

"Ben... Pek beceremem de dilek dilemeyi. Yerime sen bir şey dile... Olur mu? Yoksa ben bu yılki dilek hakkımı reçel prens için harcayacağım..." 



4N1K | 12'DEN ÖNCEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin