Bölüm 12

230 13 0
                                    

Başımı çevirip usulca adamın yüzüne baktım. İri ve parlak gözlerine bakılırsa dost canlısı bir adama benziyordu. Peştamala sarıp sarmaladığı bedeni kaslı ve beyazdı. Yüzü ise vücudunun aksine biraz kırmızıydı. Belki de adamın yanaklarına oturan bu nokta nokta kızarıklıklar, içerideki buhardandı, bilemiyordum. Ela gözlü adam elini nazikçe uzattı.

"Aramıza hoş geldin arkadaş, benim adım Kenan."

"Hoş bulduk. Sağ olasın, az önce bana epey yardımın dokundu" dedim.

İsminin Kenan olduğunu öğrendiğim yakışıklı adam, başını hafifçe eğerek, kim olsa yapardı, der gibi gözlerini kıstı:

"Önemli değil dostum, hepimiz aynı yollardan geçtik neticede."

Mimiklerimle memnuniyetimi belli ettikten sonra ona sabun yiyip yemediğini sordum.

Kenan ufak çaplı bir gülümseme yaydı suratına ve az ileride konuşan çelimsiz bir adamı işaret etti: "Sence buradakiler sabun yemeseler bu kadar beyaz dişlere sahip olabilirler mi?"

İşaret ettiği adamın dişlerine baktım ve anlık bir kahkaha attım. Zira adamın dişleri sapsarıydı. Böylesi sağlıksız bir ağızda bulunacak beyaz diş, diğerleri tarafından anında linç edilirdi.

"Anlaşılan o adam sabun yememiş."

"Yok, o da yedi, ben de yedim. Hem de defalarca. Sabun yüzünden hastalanacağını düşünüyorsan kendini boşuna üzüyorsun."

"Ben bugüne kadar hiç sabun yemedim de o yüzden bana biraz garip geldi."

"Alış bu tür şeylere. Burada daha ne garipliklerle karşılaşacaksın."

Ona merakla trende daha ne gibi gariplikler olduğunu sordum ancak Kenan başını yana yatırıp;

"Bunları kendin yaşayarak tecrübe edersin" dedi ve beni geçiştirdi.

Hızlı bir şekilde başlayan sohbetimiz ve arkadaşlığımız bu sözle duraksamıştı. Bir süre konuşacak bir şey bulamadık ve orada öylece gözlerimizi kapatıp hamamın tadını çıkardık.

Havadaki su buharı insanı hemen mayıştırıyor ve tatlı bir uykuya davet ediyordu. Lakin benim içimde büyük bir merak vardı. Tembelliğin keyfini daha sonra bolca sürebilirdim. Şu an, aklımdaki sorulara cevap bulmak istiyordum.

Umutla yanı başımda keyif yapan iri arkadaşıma buraya nasıl geldiğini sordum. Gözlerini açtı, şöyle bir gerindi. Benim merakımı gidermeden rahat edemeyeceğini anlamış olsa gerek, derin bir iç çekerek anlatmaya başladı hikâyesini:

"Açıkçası buradaki herkesin hikâyesi hemen hemen aynı, günün birinde eline tuhaf diyebileceğin bir eşya geçiyor ve kendini burada buluyorsun işte."

"Eşya mı? Ne eşyası?"

"Anla işte. Eşya, şu, bu... Mesela beni bir doğum günü davetiyesi getirdi buraya. Şu senin konuştuğun adam var ya, işte onun gelmesine de bir çift kundura vesile olmuş."

"Ne yani, herkes farklı bir şeyle mi çağırılıyor trene?"

"Evet, sanırım öyle... Mesela seni ne getirdi buraya?"

"Ben çöplükte parlayan alev rengi bir tren bileti buldum."

"Güzelmiş. Eee, tren biletleri neden önemli ki senin için?"

"Nasıl yani? Bir öneminin olması mı gerekiyor illa bulduğumuz şeyin?"

"Tabii ki. Hayatta önemsiz dediğin bir şey olabilir mi hiç?"

Bunun üzerine ona, "Seni buraya getiren eşya neydi?" diye sordum.

Sorumu biraz sinirlenerek yanıtladı:

"Davetiye dedik ya, dinlemiyor musun sen beni?"

Kısa süreli bir mahcubiyetle ona davetiyelerin kendisi için neden önemli olduğunu sordum. Lakin Kenan hiçbir şey anlatma niyetinde değildi. Sessiz kalarak uzaklara bir yerlere daldı.

O esnada konuyu değiştirmek için yeni sorular arıyordum ancak o birden başını çevirip yüzüme baktı. Az önceki sinirli çıkışı yüzünden midir yoksa suratımda asılı duran mahcubiyetten midir bilmiyorum, bana geçmişini açmaya karar vermiş olacak ki davetiyenin önemini hızlıca anlatmaya başladı:



Hayalet Tren(KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin