-Bölüm 2-

66.2K 2.4K 150
                                    


Hani bir müzeye gittiğinizde yüksek güvenlikle korunan, müzenin göz bebeği olan o taşı görürsünüz ve tüm o ışıltısıyla sizi kendine çeker ya... Ona dokunmak için can atarsınız, sadece bakmak yetmez, tüm hücrelerinizde hissetmek istersiniz. Ama bu yasaktır. Barlas'ın gözleri de aynı şeyi ifade ediyordu benim için. Bu gece bir ağaç kavuğu kadar şefkatli bakan gözleri beni kendine bağlıyordu. Dokunmaktan bile vazgeçmiştim sadece doyana kadar bakmak istiyordum. Ama ne yazık ki Barlas'ın gözleri müzedeki değerli bir taş değildi. Belirli saatlerde sergilenmiyordu. Onun gözlerine bakmak bile yasaktı.

Barlas yapmadan önce ben kaçırdım gözlerimi gözlerinden. Gözlerim duvardaki saate takılı kaldığında saatin dörde geldiğini gördüm. Demek anca bitmişti beyefendinin işi. Hiç gelmeseydi daha iyiydi. Yine de ona bunun tepkisini gösteremezdim. Bunun için yeterli sıfatlara sahip değilim.

Beni yatağa yatırıp "Yine mi kâbus gördün?" diye sordu. Sanırım yerde yatmış olmamdan anlamıştı bunu. Yetimhane yıllarımdan kalma bir alışkanlıktı bu. Kâbus gördüğümde yatağın altına gizlenip orada uyuya kalırdım. Neden böyle bir şey yapardım, saçma olduğunu düşündüğüm bu alışkanlığı neden devam ettiriyordum hiç bilmiyordum. Sadece böylesi daha iyi hissettiriyordu. Küçücük bedenimi o yatağın altına soktuğumda kötülüklerin beni bulamayacağını sanırdım. Ama öyle olmuyordu. Bir canavar gelip sağ bileğinizden yakalıyordu sizi.

Yerde yatmanın dışında bir de Barlas'la uyumak iyi geliyordu. Ondan başka biriyle hiç uyumadığım için bu durumun başkasında da geçerli olup olmadığını bilmiyordum.

Yanıma yatıp uzandı o da. Bir elini kafasını altına koyarken diğerini koltuk altına kadar çektiği yorganın üzerinden uzattı. Kahverengi gözlerini göz kapaklarıyla örttü. Tıpkı müzedeki o değerli taşın yüksek güvenlikli odaya kaldırılması gibi...

Tahmin edildiği üzere; Barlas'la olan hikâyem evlatlık alınmamla başlamıştı. Onu bildim bileli böyle soğuk biriydi bana karşı. Beni bu aileden biri olarak görmediğini her zaman açıkça ifade etmişti. Çoğu zaman sanki bir pislikmişim gibi beni süzen bakışlarıyla, kimi zaman zehir kusan sözcükleriyle... Bana olan bu nefretinin neyden kaynaklandığını bilmiyordum. Eğer birbirimize iğnelerimizi batırmak dışında iletişime geçebilseydik bunu sormayı çok isterdim.

Neyse ki bu evdeki herkes beni onun gibi karşılamamıştı. Barlas'ın aksine Aybars abi oldukça sıcak ve sevecen biriydi. O, benim elimden tutan ilk kişiydi. Tek başına koca bir ailenin sıcaklığını karşılıyordu. Barlas gibi değişken değildi, sadece kâbus gördüğüm zamanlarda değil her daim şefkatli bir ağaç kavuğuydu benim için. İşte tam da bu yüzden, onun ölümü çok büyük yaralar açmıştı hayatımda. O giderken yalnız gitmemişti, yanında küçük bir kızın kendine olan güvenini, tek dayanağını da götürmüştü. Üzerinden dört yıl geçmesine rağmen o geceyi anımsamak tüm hücrelerimde tekrar tekrar yaşamama neden oluyordu. Keşke biraz daha kalabilseydi.

O, o kadar çok sevilen biriydi ki ölümü bir tek beni değil çevresindeki herkesi büyük bir yıkıma uğratmıştı. Özellikle de annesi... Hale, o öldükten sonra fazlasıyla acayip tavırlar sergilemeye başlamıştı. -Aslında acayip denemezdi, oğlunu kaybetmiş acılı bir anneydi o sadece.- Davut, onun buradan uzaklaşmasının ona daha iyi geleceğine karar vererek onu Almanya'ya götürmüştü. Dört yıldır da hiç geri dönmediler. Sadece arada telefonda konuşuyorduk. İkisinin de olanları atlatabildiğinden emin değildim...

Bir de Barlas cephesi vardı tabii... Her ne kadar abisinin zıttı bir kişiliği olsa da, çok iyi anlaşırlardı. Barlas'ın abisine ne kadar değer verdiği ona olan bakışlarından bile okunurdu. Belki de Barlas gibi bir Barbar'ın değer verdiği tek kişiydi o. Abisinin ölmesi bir yana, onun ölümünden sorumlu tutulmak çok berbat olmalıydı. Ona acıdığım tek konu buydu belki de.

Sabah uyandığımda Barlas yanımda yoktu. Ne zaman olmuştu ki zaten. Kâbus gördüğüm çoğu zaman onunla uyurdum ama sabahında yanımda bulamazdım. Bu sanki onu benimle uyumaya mecbur tutuyormuşum gibi hissettirirdi. Ama kesinlikle öyle değildi... Bunu bana teklif eden kendisi olmuştu. Aybars abi ölmeden önce ayda yılda bir gördüğüm kâbuslar onun ölümüyle arttığında artık uyuyamaz olmuştum. Barlas kendini bundan sorumlu hissediyor olacaktı ki ilk seferimizde o gelip uyumuştu benimle. Sonrasında da böyle zamanlarda istersem onunla uyuyabileceğimi söylemişti. Yaradılışımız gereği karşı cinsten iki gencin daha fazla bu kıvılcımlara dayanamaması ve aralarında bir şeylerin alevlenmesi gerekirdi ama bizim aramızda kesinlikle hiçbir şey olmamıştı. Böyle şeyler düşündüğüm için kendimden utanıyordum ama oldum olası onu Aybars'ı kabul ettiğim gibi kabul edememiştim. Defalarca kendime kızdım bunun için ama her defasında daha fazla yanarken buldum kendimi. Ne yazık ki bu alev sadece beni yakıyordu. O buz kütlesini bırakın eritmeyi ısıtmıyordu bile. Benden geriye hiçbir şey bırakmayacak olan bu ateş ona etki etmiyordu.

Okul için hazırlanıp aşağıya indiğimde Barlas hazırlanmıştı bile hatta kahvaltısını ediyordu. Üzerinde ütülü siyah bir takım elbise vardı. Kravatını özenle bağlamış ve saçlarını havalandırmıştı. Benden üç yaş büyük olan yirmi üç yaşındaki başarılı iş adamı Barlas Altınok yine göz kamaştırıyordu.

Ben de masadaki yerimi aldığımda kahvaltı etmeye başladım. Arada kaçamak bakışlar atıp surat ifadesini çözmeye çalışıyordum. Her zamanki gibi ciddi ve soğuk duruyordu. Öncesini bilmem ama Barlas'ın bu soğukluğunun altında abisinin ölümünün bıraktığı alevin hala yandığını düşünüyordum. Onun ölümünden sorumlu tutulmayı hazmedememişti belki de. Kolay değildi, abinizi kaybetmişken ailenizden, sizi doğuran, sizi sizden daha iyi tanıyan kadından destek beklerken onu sizi abinizi öldürmekle suçlaması...

Onun çatalını uzattığı şeye ben de çatalımı uzattım ve ondan önce davranıp ağzıma attım. Sonra da ona ağzımın içini gösterip hunharca güldüm. Bana kınayan bakışlar atıp "Midemi bulandırmaya devam edeceksen mutfakta ye." dedi yine o soğuk ses tonunda. Sadece onu neşelendirmek istemiştim, sohbet etsek şaka yapabilirdim ama Barlas onu da yapmıyordu ki! Belki de onu kendi haline bırakmalıydım.

Çatalımı masaya atıp "Afiyet olsun. Okul senden daha eğlenceli." deyip otururken yan sandalyeye bıraktığım çantamı tek omuzuma astım ve kapıya yöneldim. "Bekle." diyerek tek lafıyla beni durdurabileceğini sandı ama yanıldı. Her zaman ki gibi. Ben Hera'ydım. Barlas bile bana söz geçiremezdi. Onu dikkate almayıp devam ettim. Korumaları da geçip bahçe kapısına vardığımda geliyor mu diye arkama baktım; kapıyı kapatıp bana doğru yaklaştı fakat beni görmezden gelip son model arabasına yöneldi. Yanımdan geçerken su birikintisindeki tüm suyu üzerime sıçratıp son gazla giderken ona sadece orta parmak kaldırabildim. "Barbar!"


Barbar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin