Vagonun yorgun basamaklarından avına sinsice yaklaşan bir avcı edasıyla temkinli ve ısrarcı bir şekilde tırmanırken elimle demir kapıyı araladım. Gıcırtılar eşliğinde vagonun puslu koridoruna girdim.
O esnada gül esansıyla ince bir tarçın kokusu burnumun çeperine doldu ve karşı konulmaz bir huzur beni esir aldı. Böylelikle içimi sıkı sıkıya sarmalayan korkuların ipi gevşedi ve yüzümde tebessüme yakın bir ifadeyle içeri adım attım.
Vagonun içi sadece ihtiyarların kabul edildiği bir kahvehaneye benziyordu. Köşelere yerleştirilmiş karşılıklı koltuklarda yirmi kadar beyaz sakallı adam sohbet ediyordu. Sanki vagonda bir bebek uyuyormuş yahut ağrılı bir hasta varmış gibi kısık sesle konuşuyorlardı.
İçeri girmemle sohbetleri bölünmüş, bakışlarını üzerime çevirmişlerdi. Bir an onları dinlememem gerektiği hissine kapıldım ve bakışlarımı vagona çevirip etrafa göz gezdirdim.
Köşe başlarına yerleştirilmiş kandil tarzı cam tabakaların içinde mumlar yanıyor, böylelikle vagonun loş görüntüsü sarıya çalıyordu.
Her şey bu küçük ateşlerin konseptine uygun dizayn edilmişti. Koltuklara krem rengi örtüler serilmiş, ceylan derisine kazınmış birtakım yazılar vagonun boş yerlerine asılmıştı.
Bu manzara insana tarih öncesi dönemleri hatırlatıyordu. Sanki vagondaki ihtiyarlar, bu zamana ait olmayan diyarlardan geliyorlardı.
Bu düşünceler içinde tekrar karşımda duran yaşlı topluluğa baktım ve beni içeri buyur eden ihtiyarın hangisi olduğunu anlamaya çalıştım. O esnada vagonun en uç köşesindeki kitaplıkla haşır neşir olan epey yaşlı bir adam seslendi:
"Hoş geldin delikanlı!"
Bakışlarımı ona çevirdim. Beni içeri davet eden ihtiyar buydu. Sanki onu aradığımı fark etmiş gibi başını sallayıp sevecen bir edayla bana baktı. Ardından eliyle pencere dibindeki ahşap koltuğu işaret etti:
"Otur."
Yumuşak bir kanepenin şefkatine aç olan sırtım çığlık çığlığa bana oturmamı emretti. Böylece kendimi usulca koltuğa bıraktım.
Benimle birlikte ihtiyar da yerine oturmuştu. Kitaplıktan aşırdığı saman rengi kitabın sayfalarını çevirdi ve aradığı sayfaya gelince elindeki ayracı oraya yerleştirdi.
Ardından kitabı kapatıp kucağına koydu ve içeride bulunan diğer ihtiyarlarla göz teması kurduktan sonra bakışlarını bana çevirdi:
"Söze başlamadan evvel, biletinize bakabilir miyim?"
Elimi cebimde bir süre gezdirdikten sonra oturduğum yerden kalktım ve bileti ihtiyara uzattım. Ona yaklaştığım sırada kapı eşiğinde duyduğum o tatlı tarçın kokusunun arttığını hissettim.
İhtiyar verdiğim bilete göz atarken ben de onu incelemeye koyuldum. Ten rengi hayli açıktı. Yüzündeki kırışıklıklar tertemiz bir kâğıda atılmış eskizler gibiydi. Bu çizgiler onu yaşlı gösteriyor ancak kesinlikle çirkinleştirmiyordu.
İhtiyar, kahverengi gözlerini biletten ayırıp bana baktı. Gülümseyerek teşekkür etti ve bileti tekrar bana uzatıp yerime geçebileceğimi söyledi. Ben de bileti alıp çarçabuk cebime soktum. Ardından huzurlu koltuğa kendimi bıraktım.
O sırada ihtiyar kesik kesik öksürerek boğazını temizledi ve asıl meseleye girdi:
"Öncelikle trene hoş geldin delikanlı. Şu karşımda duran bedenine bakıyorum da bu ne hâl böyle? Hayattan ümidini pek çabuk kesmiş gibisin. Anlaşılan dünya üzerindeki tüm zevklere küsmüşsün. Bu esrarengiz trende bulunmanın asıl sebebi de bu. Şimdi içten içe beni, senin yaşadıklarını anlayamamakla suçlayabilirsin.
Eğer böyle düşünüyorsan evlat, bil ki ben de bu trene bindiğimde seninle aynı durumdaydım. Doğrusunu istersen, bu sana yahut bana özel bir durum değil, çoğumuz aynıyız. Zoru gördüğümüzde hayıflanmaktan başka bir şey bildiğimiz yok. Her şey alt üst olup rayından çıktığında hemen isyan ediyor, öfkeleniyor hatta ortalığı yakıp yıkıyoruz. Sonra sinirimiz geçince çaresizce ilahi bir elin hayatımızı düzeltmesi için yalvarıyoruz. Buraya kadar her şey normal ama esas gariplik, günün birinde dileğimiz gerçekleştiğinde başlıyor.
Bak delikanlı, dualarının karşılığı mı dersin yoksa boş vermişliğinin zaferi mi bilmiyorum ama şu an hayatında ender karşılaşabileceğin bir şeyle yüz yüzesin. O arzu ettiğin mutlulukla örülü hayat ayağına geldi.
Şu arkamda sıra sıra duran biçimsiz vagonların her biri, dünyanın zevk yumağından koparılmış birer parçadır. İçlerinde yaşamın en berrak sularını barındıran çeşmeler, yemekleri doygunluk hissi vermeyen restoranlar, dünya üzerindeki en yüksek hazza eş değer mekânlar, insanın içini delik deşik eden huzur yuvaları ve hayal dahi edemeyeceğin nimetler var.
Üstelik bu trenin içinde zaman ve mekân algısı kırılgandır. Dışarıdan küçücük bir kutu olarak görünen odalar dahi burada dev malikâneler gibidir. İçine girdiğinde kaybolursun.
Lafı fazla uzatmamın anlamı yok, diyeceklerim bunlardan ibaret. Birazdan vagona kondüktör girecek ve sana trende kalmak isteyip istemediğini soracak. Kalmak istediğin takdirde biletine bir çentik atacak ve seni buradan çıkarıp ilk vagona götürecek. Bu yüzden biraz düşün ve kararını ver."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalet Tren(KİTAP OLDU)
Fantasy"Hayat, aslında aldığımız nefeslerin değil, nefesimizi kesen anların toplamıdır." Yaşamımdaki her şey rayında giderken aklının ona oynadığı oyunlar sebebiyle bir anda elindekileri, sevdiğini, hayallerini kaybeden genç bir adamın sıra dışı hikâyesi...