BÖLÜM-23

3.9K 189 190
                                    


♥♦♥♦♥♦♥

Bölüm şarkısı: Mika -> Underwater

♥♦♥♦♥♦♥

Yatağın içinde bir sağa bir sola dönerek uyumaya çalışıyordum. Uyandığında tekrar uyuyamama problemi yaşayan birisi için henüz saniyeliğine kapattığım gözlerimi aynı anda tekrar açıyordum.

Benim uyumaya çalıştığım ve doğan güneşin yarım yamalak vurduğu sessizliğe yeni notalar eklendi. "Ada?" O notalar kulağımdaki çizgilerde süzülmek yerine ellerinde taşıdıkları bıçakla kendi gibi olmayan diğer tüm notaları öldürüyordu. Uyumak için içimden mırıldandığım müzik artık ölmüştü.

"Uyumadığını biliyorum." Daha az kımıldanmayı öğrenmeliydim. Arkamdaki hareketlilikle birlikte Anıl'ın elini sağ yanağımda hissettim. "Seni dün çok incittim." Fısıldayan sesinden kendimi öne iterek kaçtım.

Başımı yastığın altına sokarken, "Beni her gün incittin." Sert olmasına çapaladığım sesimin buğulu çıktığından haberdardım ancak önemseyecek kadar da takıntılı değildim.

"Ada!" Arkamda çatılan bir çift kaş hissettiğimde başımı gömdüğüm yerden çıkardım ve tıpkı onun ses tonunda "Uyumak istemiyor muydun? Uyusana!" dedim kendimi eski yerime geri atarken. Sonrası ise bir kazan dolusu kaynayan sessizlikten ibaretti. Yakıcı ve boğucu...

Uykunun koynundan henüz sıyrılamamış gözlerimi ağır ağır açtım buğulanan görüntüm netleşirken. Tanıdık bir koku burnumdaki soluğunu bu sefer daha yakınımda alırken bilincimin yerine gelmesini bekledim. En sonunda uzandığım yerden doğrulduğumda tamamen uyanmamı sağlayacak olan bir şok ensemden aşağı yuvarlandı.

Gözlerim, başımı henüz kaldırdığım ve kımıldatmadığım, elimin ise aynı yerinde durduğu Anıl'ın çıplak göğsünden yüzüne kaydı. Suratımda kahkaha atmaya değecek bir görüntü oluşurken benim elimi hızla çekmemle Anıl'ın da sırtımdaki eli yatağa düştü.

Bir afallamayla kalakalırken olabildiğince hızlı kendimi yataktan dışarı attım. Artık soğuğa alışmış olan tenim yadırgamıyor aksine soğukluğun her bir tanesine kucak açıyordu. Uyuşmuş adımlarım beni pencere kenarına iterken, kırık camlardan sakınmak için ayakkabılarımı giydim.

Boy aynasının önündeki arduaz sandalyeyi pencerenin karşısına doğru çektim ve oturdum. Bakışlarımı bulutların yoğunlaştığı, gri, beyaz ve açık mavi noktaya sabitledim. Yağmur için belli bir vakit beklediklerini düşündüğüm kararmaya yüz tutmuş bulutların arasından güneşin bir miktar ışığı süzülüyordu. Gözün gözü göremediği karanlıkta yakılan bir fener gibi aydınlatıyordu özellikle üzerine düştüğü birkaç evin çatısını.

Evimiz satılmadan, anne ve babam ölmeden önceki sahip olduğum oda kuzeye baktığından pek ışık almazdı ama bunu hiç yadırgamazdım. Ancak o aydınlık avuçlarımdayken kullanmalıydım. Şimdi onun bir tutamına bile ihtiyacım var. Fakat daha o elimden alınmadan tıkmıştım onu geleceğimin çığlık atan ağzına. O zamandan beri var olan ancak bu aralar kendini belli eden bir kargaşa vardı kulaklarımda binlerce kez yankılanan. Onlar beynimdeki tüm hücreleri kemirirken, benim onları susturacak gücüm yoktu.

Otelin yaklaşık on kilometre kadar uzağında bir yerde durduk. Görmeye alışık olduğum yüksek binalar ya da bir yığın gür ağaçlar yoktu. Daha çok çimlerin arasına serpilmiş sivri taşlar ve her adımda rüzgarla beraber havalanan tozlar vardı. Kalkan bu toz bulutuna rağmen ileride hayli işlek görünen bir büfe bulunuyordu.

PARANOYAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin