5. BÖLÜM: KABULLENME

317K 13K 9.8K
                                    

 Perdenin arasından sızan akşam güneşi, odanın köşesinde duran boy aynasından yansıyordu. Toz taneleri ışığın içinde süzülerek kulaklığımda çalan şarkıda dans ediyorlardı sanki. Hâlâ sabah gördüğüm kâbusun etkisindeydim. Yaklaşık üç haftadır bu yatakta yatıyordum ve her Allah'ın günü aynı kâbusla uyanıyor, tekrar uyuyamıyordum. Ortalık yatıştıkça ve bedenimdeki kurşun yarasının acısı dindikçe zihnim yalnızca Esma ve Akın arasında mekik dokumaya başlamıştı. Bildiklerimden, gördüklerimden öyle çok korkuyordum ki tekrar hafızamı kaybetmek ve Bade olarak değil de tamamen yabancı biri olarak yeniden doğmak istiyordum. Yattığım yataktan doğrulup etrafa bakındım. Kapağı açık küçük dolabın içindeki kıyafetler görünüyordu. Hemen yanındaki masanın üzerinde Ömer'in getirdiği solmuş papatyalar ve sandalyeye asılmış siyah bir kapüşonlu vardı. Gözüme hemen yanımdaki boş ve kirli tabak takıldığında durup düşündüm. Uzanıp tabaktaki bıçağı aldım, elimde evirip çevirerek tekrar yatağa uzandım ve elimi havaya kaldırıp bıçağa yansıyan yüzüme baktım. Bıçaktaki yansımam sabit durmuyordu. Gözlerim yavaşça titreyen ellerime kaydı. Korkuyor muydum? Endişeli miydim? Ne hissettiğimi dahi bilmezken neden titriyordum ki? Bir türlü anlam veremeyerek bıçağa bakmaya devam ettim. Ben bakmaya devam ettikçe yeni bir soru doğuyordu zihnimde. Ölürsem tüm bunlardan kurtulabilir miydim? Kurtuluşum kendi ellerimde miydi yoksa? Her şeyin çözümü bir yemek bıçağından mı ibaretti? Oldukça kolay ve kesin görünüyordu oysa. Kapının açılmasıyla dikkatim dağılarak kapıya baktım. İçeri giren Akın önce bana bir göz attı. Ardından bir şey söylemeden yanıma yaklaştı ve elindeki bir kupa kahveyi bana uzattı. Doğrulup kahveyi aldım.

"Teşekkürler."

Başlarda sürekli başımda beklese de son bir haftadır neredeyse eve uğramıyor, kendisi yerine Ceyda'yı, Berke'yi ya da Emir'i başıma dikiyordu. Uğraştığı bir şey olmalıydı. Morali de oldukça bozuk görünüyordu. Esma hakkında gördüklerimden tek kelime dahi bahsedememiştim. Her cesaretlendiğimde olacaklardan korktuğum için dilim dönmüyordu hiçbir söze.

"Ağrın var mı?"

Başımı iki yana salladım.

"İyileşti sayılır."

Uzanıp yanı başımda duran tabağı aldı. Ardından yatağa bıraktığım bıçağı da tabağa koyup bana döndü.

"Yine de tam iyileşene kadar fazla hareket etme."

Hafifçe başımı salladım. Sessizce odadan çıkışını izleyerek bir elimi geriye doğru koymuştum ki parmaklarıma çarpan kitaba dönüp baktım. Bu, Akın'ın bir hafta önce verdiği kitaptı. O an yeniden gözümde canlandı:

Güçsüz düşen bacaklarımı açmak için koridora çıkıp yavaş adımlarla yürümeye başlamıştım ki kendi odasından çıkan Akın beni görünce duraksamıştı.

"Neden ayaktasın?"

Korkuluklara tutunup ona baktım.

"Neredeyse yürümeyi unutacağım. Ayrıca çok sıkıldım."

Akın yaklaşıp önümde durdu ve bir kitap uzattı.

''Güzel Ve Çirkin - Gabrielle Suzanne Barbot de Villeneuve''

Bir masal kitabıydı. Uzanıp kitabı aldığımda yaklaşıp kolumdan tuttu ve yürümeme yardım etti.

''Yakışıklı bir prensken kibirli ve acımasız olursam çirkin bir canavara dönüşeceğimi söylerdi küçükken annem. Kitaptaki canavarın ben, bu evin ise şatom olduğunu büyüdükçe fark ettim.'' Daha önce okumuştum bu kitabı. Kapağına bakarak sordum:

''Peki Güzel nerede?''

Akın duraksadı. Bana kısa bir bakış atıp cevap vermeyince merakla ona döndüm.

KÜÇÜK YALANCI (DOKUZ YAYINLARI İLE RAFLARDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin