26.Bölüm

35.6K 2K 50
                                    


Firuze...

Filmlerdeki gibi yeşil ya da mavi önlük giyerek, Oğuz'un kaldığı odaya gizlice girip onu ne kadar sevdiğimi anlatacağımı sansam da öyle olmadı. Onun yerine hemşire beni yoğun bakım ünitesine götürüp oradaki iki hemşireyle konuştuktan sonra Oğuz'un kaldığı odayı gösterdi.

Aramızdaki cam bölmeden Oğuz'u gördüğümde hıçkırıklarımı bastırmak için ağzımı kapattım. Onu üzerindeki cihazlarla öylece yatarken izlemek tanımlanabilecek bir acı değildi. Aramızdaki mesafeye ve cama rağmen kulağına fısıldar gibi, "Aşkım ben buradayım," dedim duyacakmış gibi. Benim hayatımı kurtarmak için kendini kurşunun önüne attığı anı hatırladığımda sağ elimi cama yerleştirdim. "Senin yerinde ben olmalıydım!"

Gözyaşlarım görüş alanımı daraltırken hemşire yanıma geldi. "Firuze Hanım, lütfen. Bakın sizi burada görürlerse benim için de sorun olur. Hadi odanıza gidelim."

***

Gün ışığına çıkan sırlar ve Oğuz'un hayat mücadelesiyle geçen gecenin ardından nihayet gün ağarmaya başlamıştı. Gece Azime Hanım refakatçi olarak odama geldiğinde bana hiçbir şey söylememesi nedeniyle mektubu okumadığını tahmin edebiliyordum. Onca yıldan sonra üstelik ihanete uğradığını düşünürken başka türlüsü nasıl olabilirdi ki? Mektup konusunu ne o açmıştı ne de ben sormaya cesaret edebilmiştim. Belki de ne kadar geç öğrenirse o kadar iyi olacaktı. Kocasının ihanet yalanından sonra onun ölüm haberini aldığında kim bilir nasıl yıkılacaktı?

Sabah Mustafa dede, Oğuz'un odaya alındığını söylediğinde, Azime Hanım'la birlikte heyecanla onu görmek için odasına çıktık. Fakat doktor mikrop kapma riskine karşılık sadece bir kişinin görebileceğini söyledi. Azime Hanım, Mustafa dedeyle göz göze geldikten sonra bana döndü. "Biz sıramızı bekleriz, kızım. Hadi, oğlumu daha fazla bekletme."

Sevinçten yerimde duramayarak ilk kez o zaman, "Teşekkür ederim, anne," diye hitap ettiğimde Azime Hanım şefkatle tebessüm etti.

Odaya girdiğimde Oğuz kendinde değildi. Rengi kül renginde o kadar solgun, o kadar bitkin görünüyordu ki. Ağır adımlarla yatağına yaklaştım. Ağlamamak için kendimi zorlasam da gözlerimden dökülen yaşlara engel olamıyordum. Elimi usulca kalbinin üzerini kapatan sargı bezinin üzerine bastırmadan dokundum. Gözlerini kırpıştırarak araladığında mutlulukla, "Ben geldim," diyerek gülümsedim.

Yüzünde solgun hafif bir tebessüm ve kısık sesiyle, "Seni bekliyordum," dedikten sonra kısa bir nefes alıp, "Yine bir rüya mı?" diye sordu.

"Hayır, gerçek..." deyip onu inandırmak için yanağını öptüm.

Sonra gözlerini kapatarak, "Bebek?" diye sordu.

"Merak etme, sorun yok. O da senin kadar güçlü, babası," dedim gülerek.

Gülümsedi. "Babası... Kulağa hoş geliyor."

***

İki gün sonra Oğuz kendisini daha iyi hissediyordu. Artık ziyaretçileriyle teker teker görüşebiliyordu.

Herkes gittikten sonra akşam yalnız kaldık. İlk defa o evde olanlar hakkında o zaman konuştuk. "Bir an sana bir şey olacağını sandım."

"Öleceğimi mi düşündün?" diye sorunca cevap veremedim.

"O evde yaşadıklarımız yüzünden ölmediysem, bir kurşun yüzünden hiç ölmem, emin ol. Sana sahip olabileceğini düşününce o an ölmeyi diledim. Çaresizlikten nasıl hissettiğimi tahmin bile edemezsin."

BENİ SEVDİĞİN KADAR(tüm bölümleriyle tekrar yayında)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin