Güneş perdelerin arasından süzülüp odaya ince çizgiler halinde düşüyordu.
Sessizlik vardı - ama bu kez o sessizlik gergin değil, huzurluydu.
Ha-neul, kanepeye yığılmış battaniyenin altında uyanır uyanmaz, hemen yanındaki nefesi hissetti.
Hyun-tak, başını kolunun üzerine yaslamış, derin bir uykudaydı.
Yüzündeki morluklar, sanki artık daha solgundu; ya da Ha-neul öyle görmek istiyordu.
Bir süre sadece baktı.
Yıllardır hep korumaya çalışan, hep ileri atılan o çocuk şimdi sessizdi.
İlk kez.
Ha-neul gülümsedi.
Elini uzattı, Hyun-tak'ın alnından düşen bir tutam saçı geriye itti.
Tam o anda Hyun-tak'ın gözleri yavaşça aralandı.
"Sabah olmuş..." dedi kısık bir sesle, sesi hâlâ uykuluydu.
"Evet," dedi Ha-neul. "Bir şekilde hâlâ buradayız."
Hyun-tak doğrulup oturdu, bir elini ensesine götürüp gerindi.
"Rüyada gibiyim. Dürüst olayım, dün gece olanların yarısı bile gerçek gibi gelmiyor."
Ha-neul dudaklarını kıpırdattı, hafifçe gülümsedi. "Benim için fazlasıyla gerçekti."
Bir süre konuşmadılar.
Sadece yağmur sonrası havanın o tuhaf ferahlığı vardı odada.
Sonra Hyun-tak, sessizliği bozdu.
"Artık ne yapacaksın?"
Ha-neul başını kaldırdı.
"Ne yapacağım derken?"
"Seong-je, Jiwoo, Karaç... hepsi birbirine karıştı. Artık bir seçim yapmak zorundasın, Ha-neul."
Ha-neul derin bir nefes aldı.
"Seçim mi? Ben zaten çoktan yaptım. Geri dönmeyeceğim. Ne olursa olsun."
Hyun-tak gözlerinin içine baktı. "Peki bu seni rahatlatıyor mu?"
Bir sessizlik.
Ha-neul gözlerini yere indirdi.
"Hayır. İlk kez korkmuyorum."
Hyun-tak gülümsedi, o gülümseme Ha-neul'un içini ısıttı.
"İşte bu. Benim sevdiğim Shin Ha-neul bu."
Bir süre daha birbirlerine baktılar.
Sonra Ha-neul ayağa kalktı, pencereden dışarı baktı.
Güneş bulutların arasından hafifçe parlıyordu; şehir hâlâ uykudan yeni uyanmış gibiydi.
Arkasını dönmeden konuştu:
"Hyun-tak... dün gece için... teşekkür ederim."
Hyun-tak başını yana eğdi, sanki onunla dalga geçecekmiş gibi.
"Ne için? Sana çorba ısıttığım için mi, yoksa..."
Ha-neul göz devirdi, ama gülümsemeden edemedi.
"İkisi için de olabilir."
Hyun-tak gülmeye başladı, o kahkaha odanın havasını tamamen değiştirdi.
Bir anda o eski günlerdeki gibi, aralarındaki mesafe sıfırlandı.
Ne geçmişin yükü kaldı, ne sözlerin ağırlığı.
Sadece o an - sade, sessiz, ama gerçek.
~Flashback
Rüzgâr sertti o akşam. Şehrin üzerine alaca bir ışık yayılmış, gökyüzü turuncuyla gri arasında gidip geliyordu.
Ha-neul çatı korkuluğuna oturmuş, ayaklarını sallandırıyordu. Parmak uçlarıyla yere düşen tozları dağıtıyor, sessizce düşünüyordu.
O gün yine biriyle kavga etmişti. Yine herkesin gözünde "eski dövüşçü, sabıkalı kız"dı.
Kapı hafifçe gıcırdadı.
Jiwoo elinde süt kutusuyla göründü. Yavaşça yaklaştı, yanına oturdu.
> "Yine kaçtın, ha?"
dedi gülümseyerek, ama o gülümsemede ince bir yorgunluk vardı.
Ha-neul omuz silkti.
> "Kavgaya bulaşmak istemedim. Ama onlar peşimi bırakmadı."
Jiwoo birkaç saniye sustu, gökyüzüne baktı.
> "Sen hep öyle diyorsun. 'Ben istemedim.'
Ama bazen bir şey istemesen de içinde onu çağıran bir taraf vardır."
Ha-neul kaşlarını çattı.
YOU ARE READING
Reboot System/Go Hyun-tak
FanfictionHyun-tak: "Cidden mi? Aşkım değil, çikolata mı?" Ha-neul: "Aşkını istemiyorum, Hyun." Üç yıl aradan sonra Ha‑neul, geçmişin izlerini ve tekvando ile kazandığı gücünü yanına alarak Yeo‑ll Lisesi'ne geri döndü. Zor geçen sakatlık dönemi ve milli takım...
