42

2.5K 315 54
                                        

  Uyandığında gitmiş olacağını söylese de adam o sandalyede mıhlanmış gibi oturmuştu saatlerce. Sabahın ilk ışığı Eylül'ün yüzüne vurup aydınlatırken onu izlemiş sonra bir ara kalkıp doktoruyla konuşmuş ve sonra da geri dönüp yatağa, kızın yanına uzanmıştı. Elini beline atıp kendine çekti. Eylül'ün gözleri birkaç saniyeliğine aralandıktan sonra ufak bir gülümsemeyle adamın göğsüne yattı

  Bir saat kadar da öyle kaldılar. Sonra Barış kalkıp gitti ve Eylül, hatırladıklarının bir rüya mı yoksa Barış'ın başka bir dengesizliği mi olduğu ile ilgili düşünüp durdu.

  2 gün sonra işine tekrar döndüğünde yeni sezon lansmanı için ona da geldi davetiye. Tüm gün ne giyeceğini düşündü. İşten erken çıktı, alışverişe gitti. Bir süru mağaza gezdi. İçine sinen bir elbise bulduğunda ondan mutlusu yoktu. Özenerek hazırlandı, 2 saat süren bir duş aldı. Saçını yapması 45 dakika sürdü. Elbisesini giyip makyajını yaptığında aynadaki görüntüden mutlu oldu. Yarım topladığı saçları, gözlerini daha çekik göstermişti, dumanlı bir makyaj yapmaya çalışmış ve bu sefer bozulacağını umarak çilekli bir gloss sürmüştü.

   Organizasyonun yapılacağı mekana geldiğinde Tuğrul Hoca ile kendilerine ayrılmış yere oturdular. Gözleri etrafta tek bir kişiyi arıyor, ona ulaşmak istiyor en azından iki cümle konuşmasını arzuluyordu. Sadece 4 gündür görmemişti ama özlemişti şimdiden. Üstelik son buluşmaları, yani hastane date'leri fena da ilerlememişti. Herhalde Barış, kendisiyle gerçekten ilgileniyor ve önceki hatalarını telafi etmek istiyordu. Başka bir mantıklı açıklaması yoktu olanların.

 Mekanın girişindeki koruma kalabalığının içinde önce uzun boyunu ve sarı saçlarını gördü. Daha sonra arkasında başka bir beden. O bedene dolanan bir kol, gülen yüz ve en nihayetinde masalarına geçtiklerinde dudaklarına bırakılmış bir öpücük.

  Yine tıkandı nefesi. Üzüntüsü telefonuna yüksek şeker bildirimi olarak düştü. Göğsü tekrar sıkıştı. Bir anda öyle basık geldi ki burası... Nefes almak hep böyle zor mu olacaktı. Yerinden kalkıp daha geleli 15 dakika olmuşken başlamamış lansmanı terk etmek istedi. "Noldu?" diye sordu hocası. 

"Hocam, bastı biraz beni kalabalık. Bir temiz hava alayım." Adam kafa salladı. 

   Eylül hızlı adımlarla, Barış'ın göz hapsindeyken çıktı kapıdan. Uzun ve geniş koridorlar kafasını karıştırdı. Nereden gelmişti, nereye gidecekti, algıları kapandı. Şu yoldan mı gelmişti. Beş dakika dikildi orada. En sonunda yangın çıkışını görüp, en azından oradan kısa yoldan dışarı çıkacağını varsayarak açtı kapıyı. Temiz havayı yüzünde bir nebze hissetmek rahatlatmıştı ki Barış koşar adımla tuttu kapıyı, kendini o küçük açıklığa attı.

"Eylül?" diye sordu onun tekleyen nefesinden endişe duyarak. İkinci kez oluyordu bu ve son krizin üzerinden henüz daha 8 gün geçmişti. Bu kadar sık olmazdı normalde. "İyi misin?" Kız, titreyen elleriyle ilacını aradı çantasının içinde. Ama yoktu. Arabasından inerken yan koltukta duran çantasının ağzı açıktı. Düşmüş olmalıydı. "İlacın nerede?" Barış'ın da eli ona yardım etti. Ama yoktu ilaç, o da bulamadı.

"Arabamda." dedi zor çıkan sesiyle. Yangın merdiveninden aşağıya inmeye niyetlendi ama adımları öyle savsaktı ki Barış ona izin vermedi. Önce kolunu kavradı, yüz yüze geldiler. Bu Eylül'ün titrek nefesini hepten kesti. 

"Gel," Bir hamlede kucakladı kızı kolayca. Kuş kadardı zaten, kuş kadar da canı vardı. kucağında Eylül ile 3 kat indi. Otoparka girdi, kızın arabasını tanıdı. Anahtarla açtı, Eylül'ü yan koltuğa oturtup ilacını buldu. İçine çekmesine yardım etti. 15 dakika sürdü sakinleşmesi. Tam 15 dakika. Ne kadar uzundu... Ya tek başına olsaydı. Ya gelmeseydi. O zaman ne yapabilirdi ki Eylül?

"İyi misin?" diye sordu Barış. 15 dakikadır tutuyordu elini kızın. Sakinleşmesini bekliyordu.

"İyiyim." Eylül elini kendine çekti. "Anahtarımı alabilir miyim?"

"Hastaneye gidelim mi?"

"Hayır, gerek yok. Anahtarımı alabilir miyim, evime gitmek istiyorum."

"Araba kullanamazsın bu halde. Bekle, taksi çağıracağım."

"barış, verir misin?" 

"Hayır, inat etme. Hiçbir yere gidemezsin böyle."

"Seni ilgilendirmez! Ne diye geldin peşimden? İçeri geri dön, beni de rahat bırak." İlk kez Eylül'ün sesini yükselttiğini gördü adam. Bu haliyle... her zamankinden farklı, daha başkaydı. Seri halde hareket eden dudaklarına bakmaktan alamıyordu kendini. 

  Geri çekildi, toparlandı. Sürücü koltuğunda olmanın avantajıyla anahtarı yerine taktı. Arabayı çalıştırdı. "Neredeydi evin?"

  Ve böylece ne kadar inkar ederse etsin, uzak durmaya çalışırsa çalışsın o akşam Eylül, adamın kendisine karşı hisleri olduğu gerçeğine böylece vardı. Simay'ı arkasında bırakmış, düşünmeden kızın peşine takılmıştı. Onu evine bıraktıktan sonra bir taksiye atlayıp geri dönmüştü ama gelmişti işte.

*

  Simay ile adamın fotoğrafları bir aydır her yerdeydi. Televizyonda, instagramda ve yetmezmiş gibi tesislerde onları yan yana görüyordu daima. Milli araya girmeden önceki son antrenmanda istemsizce kendisini oldukça gereksiz bir kaosun içinde buldu.

  Barış, bu haftaki listede karnabahar olmasından hoşlanmamış, değiştirmek için Tuğrul Hoca'yı bulamayınca mecburen Eylül ile muhatap olmak zorunda kalmıştı. Odaya girince refleks olarak, tamamen öylesine kapıyı kapattı. Hiçbir sebebi yoktu. Zaten Eylül de o gece hiç yaşanmamış gibi davranan Barış'a elinden geldiğince yardımcı oluyordu. Ama kapının kapalı olduğunu gören ve kadınsal dürtüyle zaten Eylül'ü kafasında kara listeye almış olan Simay, nerede olduklarını düşünmeden bir yaygara koparıp herkesi başlarına topladı.

"Niye kapalı bu kapı?" diye Barış'a hesap sorarken adamın kendisini açıklamasına izin vermiyor, başlarına topladığı herkesin ona deli damgasını vuracağı hareketler sergiliyordu.

"Saçmalama Simay!" dedi Barış oldukça rahatsız olarak. Sevgilisinin Eylül ile parmak sallayarak konuşması ve gerçekten de bu odaya sadece liste için gelmesine rağmen böyle bir suçlamaya ikisini de maruz bırakması onu en az Simay kadar sinirlendiriyordu.

"Seni bir daha sevgilimin etraf-"

"Yeter!" dedi Barış, onun daha fazla konuşmasına müsaade etmeyerek. "Yeter, rezillik çıkardığın. Ağzından çıkanı kulağın duysun. Bitsin bu saçmalıkların artık."

  Tartışma uzayacaktı ve Eylül'ün daha fazla bu hakaretlere maruz kalacak hali yoktu. Simay ve Barış'ın 5 ayda 3. ayrılıklarına sebep olurken çıktı gitti. 2 gün sonra neden işten ayrıldığını sormak için arayan Barış'ın mesajlarına da dönmedi.

*

 Ta ki adam kapısına dayanana kadar. "Girebilir miyim?" diye sordu uysal bir sesle.  Keşke Eylül'ün onu reddedecek iradesi olsaydı. Ama kafa sallayıp geriye çekildi. Birlikte salona geçtiler.

"Kusura bakma geçen gün için. Ne desen haklısın." dedi Barış ona. "Çok ileri gitti. Ben de ağzının payını verdim."

"Beni düşürdüğün durumun farkında mısın? Şu kısacık sürede neler yaşattın bana?"

"Ben bir şey yapmadım ki... Ben salmadım Simay'ı üstüne." Bir şey diyemedi Eylül.

"Benden uzak dur sadece olur mu Barış, bak ben bunu halihazırda yapmaya çalışıyorum ama kafamı her çevirdiğim yerde seni görürsem bu benim için çok zor olur."

"Ya tamam da..." Kızın gözlerine baktı. Çok güzeldi işte. "Ben seni görmek istiyorum. Bak..." Elini çenesine attı, iyice yaklaştı. Neredeyse öpecekmiş gibi. "Sana bir ilişkimiz olsun diyemiyorum. Hani vaatlerde de bulunamam. Ama birbirimize iyi geliyoruz." Yamuk bir gülümseme belirdi yüzünde. "Uyumluyuz. Sorgulamadan, dağıtmadan, anı yaşayarak devam edelim. Olmaz mı?"

*

Sınır 270 olsun. Sevgilerimle. :)

august // barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin