Genç kız, günler sonra dinlenmek için evine adım attığı ilk andan itibaren sanki çok büyük bir günah işliyormuş gibi hissediyordu. Bebeği 2 haftadır küvezdeydi ve o eve gelmeyi reddetmesine rağmen biliyordu ki orada durarak da hiçbir işe yaramıyordu.
Kendine bir bardak su almak için mutfağa girdiğinde kapısı çaldı. Gelenin kim olduğunu bilmesinin huzursuzluğuyla açmasam mı diye düşündü önce. Sonra çocukluk etmeden açtı kapıyı."Merhaba," dedi adam iki adım geride durarak. Eylül orali olmadı, girmesi için kapıyı açık bırakıp tekrar mutfağa girdi. Doldurduğu bardağı dudaklarına götürüp neredeyse bir dikişte yarım litre su içti. Bardağın sonunda nefes nefeseydi.
"İnat etme, sensör taktır. Bak sekerin yükselmiş yine haberin yok."
"Ne için geldin?" Diye sordu kız ona. Barış derin bi nefes verip sinirlerine hakim olmaya çalıştı. Bir haftadır kızı muayene olması için ikna etmeye çalışıyordu. Doğumdan sonra çok kilo vermişti Eylül. Hem yememesinden kaynaklı hem de belli ki hastalıklarının kontrolsüzce ilerlemesinden ötürü kız iyi değildi. Hamileyken çocuğunu düşünüp aldığı tüm tedbirleri bir anda boşvermişti.
"Yarın hastaneye gideceğiz. Seni kontrol ettirmeye."
"İstemiyorum."
"Sormadım istiyor musun diye. Gideceğiz." Kız onu dinlemeden yanından geçip gitmek istese de Barış izin vermedi. Kolundan kavrayıp kendine çekti. "Sabah 8'de gelip alacağim seni. Tüm gün hastanede olacağız ve her şeyine bakacaklar. Geldin geldin, gelmedin seni sırtıma atar götürürüm."
"Ya sen..." hırsla kolunu kendine çekti. "Bu düşünceli hallerinin samimiyetsizliği midemi bulandırıyor. Seni görmek istemiyorum, uzak dur, defol git. Duydun mu!"
"Benden midenin bulanması sikimde bile değil. Yarın o hastaneye gidilecek."
Kız onun arkasından bir şeyler soyledi, sövdü belli ki. Ama Barış kulaklarını tıkayıp yürüdü gitti.
*
Öğleden sonra 2'de neredeyse her şeyin sonucu da teşhisi de belliydi. Eylül'ün böbreğinin birinde taş vardı. Neyseki küçüktü, kendiliğinden düşürülmesini bekleyeceklerdi. Şekeri aç karnına 170'di ve insülin rutini değişti. Kansızlık başlıyordu bir sürü takviye yazıldı. Ayrıca tansiyonunu takip etmek için de bir tansiyon aleti almaları gerektiğini söyledi doktor. Hastanenin kendileri için ayrılmış yoğun bakım odalarının birinde gecikmiş öğle yemeklerini yerken Barış söyleniyordu.
"Dağıtmışsın kaportayı. Mutlu musun?"
"Sananeyse benim kaportamdan."
"Yemek yemiyorsun. Yediğin tek şey oradan buradan aldığın biskuvi, çikolata. Niye hiç dikkat etmiyorsun?"
"Umrumda değil çünkü."
"Hadi kendini düşünmüyorsun," derin nefes aldı. Kızımız dese olmazdı, kızın dese hiç olmazdı. Bebeğe bir an önce isim koymak gerekiyordu. "Onu da mı düşünmüyorsun? Yutkunmaya başladığında süt isteyecekler senden. Böyle devam ederse senin sütünden ne yarar görecek o çocuk." Eylül'ü biraz olsun ikna edebilmenin tek yoluydu bu işte.
"Yutkunur mu ki? İsterler mi sütümü?"
"İsterler. Kimden isteyecekler başka."
Kızın eli önündeki salataya uzandı. Bir çatal aldı. Et sote ve bulgur vardı önünde. Barış nereden bulduysa bu ev yemeklerini önüne açmıştı. Bir de salata ve mercimek çorbası.
"Hepsini yiyeceksin. Akşam da annem sana ıspanak yapmış. Onu da yiyeceksin, yoğurtla." Güldü kız alayla.
"Beni düşünüyormuş gibi yapıyorsun ama... daha laktoz intoleransım olduğunu bile bilmiyorsun." İştahı kesilse de çorbasını içmeye devam etti. "Neye şaşırıyorsam ben de." Daha öpmemişti bile onu adam. Oysa Eylül ne çok istemişti o dudakları hissetmeyi. Yalvarır gibi baktığı ne çok an olmuştu da bir kez olsun yanaşmamıştı Barış.
"Laktozsuz yoğurt yersin o zaman. Giderken de meyve alalım. Ben doktora sordum yani çok fazla yemediğin ve ilacını aldığın sürece bir şey olmazmış. Bir de şey dedi, aç kalmasın ve hani şekeri 120'nin altına düşerse gelsin ilac dozunu yine ayarlayalım."
Eylül zorla da olsa yedi yemeğini. Sonra kızlarını görmeye gittiler. Hala ufacıktı, kilo almıyordu. Ama o ufacık makineye bağlı göğsü inip kalktıkça umut ermeye devam ediyordu ikisi de.
Akşam Eylül, Barış'ın evine gelmek istemeyince Emine Hanım, Yelda ile yemekleri yolladı.
"Abim bitirene kadar başında bekle dedi, kusura bakma valla." Diyip karşısındaki koltuğa oturmuştu kız.
Eylüp bitiremese de tabağının çoğunu yedi. Yoğurt kasesini bitirdi. Bulaşıkları yıkamak için mutfağa geçtiğinde eli direkt kahve makinesine gitse de Yelda engel oldu.
"Yemekten sonra en az yarım saat kahve yok. Demir emilimini düşürür. Sen benden iyi biliyosun."
"Başım ağrır içmezsem." Dedi kız.
"Ağrımaz. Sen şimdi uzan koltuğa, ayaklarını uzat, rahatla. Ne bilim Tiktok falan izle. Ben söz, sana yarım saat sonra kahve yapacağım."
İç çekti kız. Kabul etti. Koltuğa uzandı. Telefonuna bakmadı ama yemeğin ve uzun zaman sonra değerlerinin bi miktar düzelmesinin etkisiyle uyuyakaldı. Hatırladığı, çok sonra Yelda'nın Barış'ı içeriye alması, adamın onu kucaklayarak yatağına taşımasķ ve rüya görmemişse yanaklarına bir öpücük kondurmasıydı.
