Saat gece 2. Ayaklarımı uzatmışım, biraz rahatlamaya çalışıyorum. Kucağımda da kendime garezim varmış gibi bir kase dolusu patates cipsi var.
Gözümün biri televizyonda öteki telefonumda. Bu gece Barış'ın lansman gecesi. Tüm ailesi ile birlikte lansmanda boy gösterirken kimseden sen de gel teklifi almayı beklemiyordum tabii ki. Yani ben zaten biliyordum istenmediğimi de yine de şu tabloyu görüp burada bir santim bile yerimin olmadığını anlamak göğsümü sıkıştırıyordu.
Kızım, karnımda, 7 aylıktı ve ben babasıyla o banyodaki garip andan beri tek kelime konuşmuş değildim.
Bazen Emine Hanım'ın zoruyla akşam yemeğine gidiyordum ailesinin evine. Zaten komşuyduk. Yani Barış ile değil, ailesiyle. Barış'ın başka bir dairesi varmış, yeni öğrendim. Beni buraya taşıyıp kendisi kaçar gibi gidince öğrenmek zorunda kaldım yani. İşte o yemeklerde de benimle konuşmuyor, yüzüme bakmıyor, çaya bile kalmadan kaçar gibi gidiyordu.
Ben de biraz oturup kalkıyordum. Çünkü Emine Hanım, her ne kadar bana karşı nezaketini korusa da diğer aile fertleri gibi beni bir sır olarak tutmayı ve sadece kendisinin izin verdiği ölçüde ailesine dahil olmamı arzuluyor.
Cips kasesini bitirip telefonu da bırakıp yerimden doğruldum. Ufak bir sanci girdi kasıklarıma. Önemsemedim, oluyordu yani böylesi. Ama ilacımı içmek için mutfağa vardığım sırada bacak aramda hissettiğim o belirgin ıslaklıkla aslında başıma geleni biliyordum.
*
Barış, babasıyla karşılıklı dans edip içkisinden bir yudum daha alırken Başkanın davetiyle lansmanda bulunan Galatasaray Voleybol Takım Kaptanının da göz hapsinde olduğunu biliyordu. Biliyordu bilmesine de dönüp bakmadı.
"Seni kesiyor abi!" Dedi Yelda onu dürterek.
"Abin çok revaşta yavrukuş. Senin haberin yok." Elini onun kıvırcık saçlarına atıp karıştırırken keyfi yerindeydi. Ta ki bir kez daha telefonu çalana kadar.
Eylül'ü ikinci kez meşgule attı. Kızın keyfini kaçırmak için yaptığını biliyordu. Zaten bu lansman mevzuu ilk konuşulduğunda da suratını olabildiğine asmıştı. Asmıştı da Barış anlamıyordu? Ne bekliyordu? Karnı burnundayken onu lansmana davet edecek bir de elinden mi tutacaktı?
Parmakları Simay ile olan sohbetine girdi. 2 ay önce atmıştı kız ona son mesajı. Ayrılık konuşmasından önce eve geldiğini yazan bir mesajdı. İç çekti. Çok özlemişti. Aklını yitirecek kadar.
Herkes eğlenirken bir anda kızın profil resmine bakarken buldu kendini. Sonra üstte birkez daha Eylül'ün ismi yandı. Açıp kurtulmak en iyisiydi.
"Noldu Eylül? Elli kere aradın!"
"Eylül hanımın yakını mısınız?" Dedi yabancı, tanımadığı bi ses. "Kendisini doğuma aldık, sizi aramamızı rica etti. Bilgilendirme için, hastanenin adresini verecegim, kağıt kaleminiz var mı?"
Yutkunamadı, yutkunamamak da değil, sanki tüm refleksleri bir anda yok oldu. Soğuk bir ter damlası aktı sırtından aşağıya. "Daha çok erken," diyebildi sadece.
Hastanenin adresini aldıktan sonra da ayakları zımbalanmış gibi kalakaldı olduğu yerde. Tuncay Abisi yanına gelip ne olduğunu sorana kadar hareket edemedi.
"Abi doğum başlamış," dedi onun kulağına fısıldayarak. "7 aylık daha. 7.5 bile değil." Bilmiyordu da hiçbir şey? 7 aylık bebek yaşar mıydı ki mesela? Ne olurdu? Ne yapmak gerekirdi?
Doğuma alındı demişti. Devrim Hanım, şeker ve astım sebebiyle Eylül'ün mutlaka sezeryan olması gerektiğini söylemişti. O nasıl olacaktı? Eylül, iki adım atsa nefesi tıkanırdı! Nasıl normal doğuracaktı?
Emine Hanım yanlarına gelip olanları öğrendiğinde Barış, tüm ailesini alıp lansmandan ayrılmak istedi ama izin vermedi menajeri. "Oğlum sen delirdin mi? Kaç aydır insanlar bu akşama hazırlanıyor? Lan daha 1 saat oldu başlayalı? Nereye gidiyorsun? Ben ne diyeceğim sponsorlara?"
Haklıydı. Haklıydı da gitmesi gerekiyordu ama. Hem çok adice olurdu bu yaptığı hem de... hem de az önce eski sevgilisinin fotoğrafına bakarken Eylül'ün erken doğum yapıyor olduğu haberini almak ona kendini bok gibi hissettirmişti.
"Annen gitsin. Sen de gece bitince gidersin."
İtiraz etmek istedi ama Tuncay'ın da elinden bu kadarı gelirdi.
