28

1.8K 165 45
                                        

  Genç adam, sabah uyanıp gerildiğinde nerede olduğunu idrak edemedi önce. Bu tavan rengini, aylarca seviştiği kadınla bir kez bile olsun uyumadığı için bilmiyordu, görmemişti. Ama Eylül'ün evinin tavanı işte böyle kırık bir beyazdı. Kendine küfrede ede doğruldu. 

"Günaydın," dedi amerikan mutfakta kahvaltı hazırlayan ve Barış'ın huysuzlandığını gören kız.

  Barış cevap vermedi. Başıyla onayladı sadece. Oysa nereye kadar kaçacaktı ki kızla konuşmaktan? Eninde sonunda konuşması gerekecekti. Hayatları, Barış istemese de bir şekilde bağlanmış ve artık kopamayacak kadar sıkı bir düğüm atılmıştı bu bağa.

"Yumurta yapmadım, benim midemi bulandırıyor. Ama sen istersen kaynatayım hemen."  Böyle üstten, alay edercesine baktı Barış, Eylül'e. Bu gurursuzluk da değildi artık.  Basbaya takıntılı bir manyaklık haliydi onunki. Ve bu Barış'ı tiksindiriyordu.

"Kahvaltı yapmayacağım." dedi adam. Bir bardak su doldurdu kendine. Gözü buzdolabının üzerindeki küçük notlara takıldı.

 İlacını unutma!

  Nane limon iç.

D vitaminini aldıktan sonra 1 saat balkonda güneşlen.

  Sonuncuya güldü. Dışarısı sağanak yağmurluydu. Güneşlenilecek gibi değildi. "Güneşlenecek misin?" diye sordu havayı işaret ederek. Eylül iç geçirdi. "D vitaminim çok düşükmüş. İlaç yazdı doktorum ama işe yaraması için güneşe çıkmam gerek. Havaya bak. Nasıl çıkacağım?"

   Basbaya bu güneşlenme mevzuuna canı sıkılmıştı. "Sen en son şeker ilacını haftada bir içerdin. Noldu şimdi?"

"Tek değilim artık," dedi kadın elleriyle belirginleşmiş göbeğini tutarak. "Sen yok saysan da."

"Başlama yine." diye omuz silkti adam. Hatta kafasını çevirdi. O göbeği görmek, o çocuğun varlığını hissetmek istemiyordu. Nefesi sıklaşıyordu, tekliyordu. Kötü oluyordu işte. O çocuk istememişti. Bunlar hep Eylül'ün bok yemesiydi. Üstelik Simay'dan da ayrılmıştı.

  Çünkü sevdiği kadının yüzüne bakamıyordu artık. Önceleri Eylül, en başında yani, ondan hoşlanan ve bunu belli eden yapışkan kızın tekiydi. Bir gram ilgilenmemişti onunla. Hiç aklına düşmemişti. Hatta Eylül'ün duygularını öğrenince onu rezil etmekle kalmayıp bir de azarlamıştı. Çünkü o zamanlar Simay ile ilişkisi daha yeniydi ve her şey çok güzeldi. Ama şimdi... bulundukları durum.

 Eylül'ü seks yaptığı bir kadından öte gördüğü ilk anı hatırlıyordu. Simay ile ayrılalı 2 ay olmuştu, Eylül ile birkaç kez sevişmişti. Bir gün yine gece, üzerini giyip eve gideceği zaman Eylül yanında kalması için ısrar etmeye başlamıştı. Öyle hayır lafından da anlamıyordu. En sonunda Barış ona sesini yükseltmişti. Sonra kızın gözlerinin dolduğunu ve hiçbir şey demeden kalkıp astım ilacına uzandığını görmüştü. O zaman acımıştı kıza. Ve ondan beridir de acıyordu. Eylül çoğu zaman hastalıklı görünen, savsak ve her an ağlayabilirmiş gibi duran bir kızdı. Işığı yoktu, Barış onu tanıdığından beri yoktu. Ne zaman sönmüştü bilmiyordu. Sadece böyleydi işte. Ve Barış onu sevmiyordu. Bundan emindi.

 Simay ile barışmış olmalarına rağmen neden o gece  Eylül'ü çağırdığını ise bilmiyordu. Ne diye? Özlemiş miydi kızı? İyi de niye özlesin? Onda seviştiği akşamlarda bile Simay'ın gölgesini görmeyi umuyorken neden Simay yanındayken özlesin Eylül'ü?

  Ama çağırmıştı işte. Bir hata yapmıştı. İlk kez Simay'ı aldatmıştı. Sonra itiraf edememiş, Eylül'den de kaçamamıştı. Bir süre ikisini idare etmiş ama bu Eylül'ün hamile olduğunu öğrenmesiyle son bulmuştu. Bir seçim yapması gerektiğini düşünmüş ve gözünü bile kırpmadan Simay'ı seçmişti. Ve hatta aceleyle kıza evlenme teklif etmişti. Ama sonra, bir hafta önce yani, her şey o kadar zor gelmeye başlamıştı ki. Eylül karnında onun çocuğuyla bir yerlerde yaşarken Simay ile beraber olamadı. Simay'ın yüzüne bakamıyordu, utanıyordu. Sevmesine, aşık olmasına rağmen bu şekilde devam edemeyeceğini anlayınca da kahrolarak uzaklaştı kızdan. Simay'ın ise hiçbir şeyden haberi yoktu. Ona kalırsa Barış bir sabah kalkmış ve artık beraber olamayacaklarına karar vererek sebepsiz yere kızı terk etmişti.

 Bi kez daha derin bir iç çekti adam. Güneşlenmek demişti dimi? Şimdi Simay olsaydı mesela, hamile olan ve güneşe ihtiyacı olan o olsaydı yani. Dubai'y götürürdü kızı. Güzel bir beach'te ikisi güneşlenirler ve tüm bu zaman boyunca Barış'ın eli de kızın karnında dururdu. Hayali bile onu gülümsetti. Sonra salatalıkları doğrarken elini kesen Eylül ile tekrar döndü gerçekliğe.

"Ay!" diye bir ses çıktı kızdan.  Elini peçeteye sardı ama o peçete ansızın kıpkırmızı oldu.  Ne kadar çok kanıyordu eli öyle. 

  Barış ne yaptığının farkında olmadan elini tuttu kızın. Kesiği görünce içi gitti. "Niye dikkat etmiyorsun?" Hah bir de bu vardı işte. Ne zaman Eylük'e bir şey olsa, şekeri yükselse, zayıf ciğerleri biraz teklese Barış'ın başına ağrılar giriyordu.

"Tamam, bir şeyim yok." Kız gülümseyerek telkin etmeye çalıştı Barış'ı. "Canım salatalık istemişti."

"Otur," Barış peçeteyi değiştirdikten sonra masaya yönlendirdi kızı. Sonra bıçağı alıp salatalıkları doğradı. Az bir şey tuzlayıp kendine tedirgince bakan Eylül'ün önüne koydu.

O kahvaltısını yaparken kendine bir bardak çay koyup karşısına oturdu. "Barış..." dedi kız sakince. "Dün gece geldin ya, yani, ben ne düşünmeliyim?"

"Bir şey düşünme," dedi adam hemen. "Sadece annem bebeği görmek istiyor. Bu kadar. Benle ilgili hiçbir şey gelmesin aklına."

august // barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin