"Burası... benim evim değil," diye fısıldadım, sesim titrek ve zayıftı. Massimo hafifçe başını bana yaklaştırdı, gözlerini yüzüme sabitleyerek beni inceledi.
"İtalya'ya gidene kadar burası senin evin," dedi, sesi yumuşaktı ama arkasında sert bir kes...
Gece, iliklerime kadar işlemişti. Üzerimdeki ince kıyafet, ıslak saçlarım ve gözyaşlarım... Hepsi bir bütün olup bedenimi titretiyordu. Ama bu titreme sadece soğuktan değildi. Kalbimin attığı her vuruşta, Massimo'ya biraz daha yaklaştığımı hissediyordum.
Sakince, hatta ürkütücü bir dinginlikle arabadan indi. Her adımında kalbim göğsümde biraz daha sıkıştı. Kaldırımdaki ayak sesleri sanki beynimin içinde yankılanıyordu.
"Sevgili Ela..." dedi yavaşça. "Sence de bu oyun biraz fazla uzun sürmedi mi? Artık arabaya binme vaktin gelmedi mi, hm?"
Sesindeki o yumuşaklık, kelimeleri daha da korkunç hale getiriyordu. Korkumu hissettiği her an, bir zafer kazanmış gibi görünüyordu. Ama bu kez... bu kez pes etmeyecektim.
Kafamı kararlılıkla salladım. Hayır.
"Hayır," dedim titrek ama net bir sesle. "Bu sefer değil! Beni İtalya'ya götüremezsin! Kendine mahkûm edemezsin beni... buna izin vermeyeceğim!"
Yüzünde küçümseyici bir gülümseme belirdi. Beni ciddiye almadığı her halinden belliydi. Gözleri yüzümde dolaştı, ardından kaşlarını hafifçe kaldırdı.
"Pekâlâ..." dedi, dudaklarının kıyısında alaycı bir eğrilikle. "Eğlenmek istiyorsan... oynayalım."
Bunu duyar duymaz, içimde bir kıvılcım patladı. Son bir refleksle dönüp, var gücümle koşmaya başladım.
Adımlarım çığlıklar gibiydi taş sokaklarda. Arkamdan gelen sesleri bastırmaya çalışıyor, sadece ilerlemeyi düşünüyordum. Kaçmalıydım. Ne pahasına olursa olsun.
Ama sonra...
Önümde birdenbire bir siyah araba belirdi. Durmak zorunda kaldım. Göğsüm nefes nefese inip kalkıyordu. Tam geri dönüp başka bir yöne koşacaktım ki... o anda fark ettim. Çok geçti.