Parkta oturuyordum. Sessiz, ıssız bir gece. Tek tük sokak lambaları titrek ışıklarını kaldırımlara serpiyor, gölgelerimi büyütüyordu. Ellerimi dizlerime sardım. Üşüyordum, ama bu üşüme tenimde değil, ruhumdaydı.
Gözlerim ağırlaşmıştı. Açlıktan midem kazınıyordu, vücudum halsizdi. Uykusuzluktan göz kapaklarım inip kalkıyordu ama burada, bu salıncakta oturmak… güvenli geliyordu bana. En azından burası, bana kötü davranan bir insanın evi değildi.
Sonra, bir ses duydum. Hafif, yumuşak adım sesleri. Başımı kaldırdım.
Parkın girişinden bir siluet belirdi. Loş ışıkların arasından süzülerek yürüyordu. Kapüşonu başına çekilmişti, yüzünü göremiyordum. Ama bana doğru ilerlediğini fark ettiğimde, içgüdüsel olarak daha da küçüldüm, dizlerimi karnıma çekip kendimi saklamaya çalıştım.
Adam – ya da çocuk, bilemiyordum – ağır adımlarla yanıma yaklaştı. Yanımdaki boş salıncağa sessizce oturdu. Ses çıkarmıyordu ama varlığı bile oradaydı, hissediliyordu. Sakin ve dingin bir hali vardı.
Kendi salıncağını hafifçe itti. Ben de ayaklarımı yere koyup usulca sallanmaya başladım. Rüzgâr yüzüme çarptıkça gözlerim biraz daha açıldı. Yavaşça yan gözle ona baktım.
Kapüşonu hâlâ başındaydı, gölgenin altında yüzü belli belirsizdi. Ama gözleri… O gözleri gördüm.
Yeşildi. Parlak, derin ve dikkat çekici. Sanki gecenin içinde tek ışık onlardı.
O gözler, birazdan konuşacağımızı söylüyordu.
“Saat geç oldu,” dedi, sesi beklediğimden daha ağırdı. Derin ve sakindi, ama içinde belli belirsiz bir merak vardı.
Ne diyeceğimi bilemedim. Omuz silkmekle yetindim.
“Böyle tek başına?” diye devam etti.
Başımı yavaşça salladım. “Evet.”
Beni süzdü. Uzun süre bir şey demedi. Ben de sessiz kaldım. Sonra, tekrar salıncağını hafifçe salladı.
“Çok yorgun görünüyorsun,” dedi.
Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Gökyüzü koyu lacivertti, yıldızlar bile pek görünmüyordu. Derin bir nefes aldım.
“Öyleyim,” dedim sadece.
Uzun bir sessizlik oldu. Yalnızca salıncakların hafifçe gıcırdaması duyuluyordu. Ayaklarımı yere koyup hafifçe kendimi ittirdim. O da aynısını yaptı.
O sessizliği bozan ben oldum bu sefer.
“Sen neden buradasın?”
Bir an duraksadı. Hafifçe başını yana eğdi.
“Bazen buraya geliyorum,” dedi. “Kafamı dinlemek için.”
Başımla onayladım. Kimi insanlar odalarına çekilip müzik dinlerdi, kimileri sahile giderdi, kimileri ise sessiz bir parkta otururdu.
Biraz daha sallandık. Sonra, bana tekrar döndü.
“Burada ne yapıyorsun?” diye sordu.
Öylece ona baktım. Ne diyebilirdim ki? “Kaçtım,” diyecektim? “Kendimi ait hissetmediğim bir yerden kaçtım,” mı demeliydim?
O yüzden başımı çevirip gözlerimi tekrar yıldızsız gökyüzüne diktim.
“Bilmiyorum,” dedim en sonunda. “Kaçıyorum, galiba.”
Gözleri üzerimdeydi. Yeşil bakışları, loş ışığın altında daha da keskin görünüyordu. Ama bir şey söylemedi. O da sessiz kaldı.
Bu sessizlik, garip bir şekilde rahattı. Konuşmadan anlaşmak gibi bir şeydi. Onun da fazla konuşmak gibi bir niyeti yoktu. Sadece orada oturuyor, benimle beraber sallanıyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ENDA • Gerçek Ailem
General FictionBabasının annesini aldatmakla suçlaması sonucu DNA testi yaptıktan sonra ailesinin gerçek ailesi olmadığını öğrenen Enda'nın hayatı tamamen değişir. İki tarafın da öz kızını istemesi sonucu gerçek ailesi ile tanışma fırsatı elde eden Enda neler yaşa...