0.6

22.9K 1.3K 321
                                    

Sabah gözlerimi açtığımda bir an nerede olduğumu anlayamadım. Tavan bana yabancıydı, yatağın kokusu tanıdık değildi. Nevresimler bile bana ait değil gibiydi. İçimi saran ağırlıkla doğruldum ve etrafıma baktım. Odam olduğunu söyledikleri bu yer, aslında bir başkasının odası gibi duruyordu. Öyleydi de zaten.

Her şey düzenli ve özenle yerleştirilmişti. Duvarlar yumuşak bir bej tonundaydı, içimi sıkacak kadar kusursuzdu. Karşımdaki büyük kitaplıkta birkaç roman, süs eşyaları ve test kitapları vardı. Ama bunlar benim değildi. Bunlarla hiçbir bağım yoktu. Pencereden süzülen gün ışığı odayı aydınlatırken, çalışma masasının köşesine bırakılmış küçük, boş bir çerçeve dikkatimi çekti. İçinde hiçbir fotoğraf yoktu. Hemen yanında da dijital bir saat vardı.

10.38

Normalde bu saatte çoktan kalkmış ve test çözmeye başlamıştım.

Aşağıdan gelen sesler beni düşüncelerimden kopardı. Kahkahalar, neşeli sohbetler... Ve yabancı ama bir o kadar da tanıdık bir ses. Selin.

Yataktan kalktım ve odada bulunan ve banyo olduğunu düşündüğüm kapıya adımladım. Yanılmamıştım, banyoydu. Yüzümü hızla yıkadım. Aynaya baktım. Yorgun, uykusuz ve biraz da kaybolmuş bir ifadeyle kendime baktım. Yüzüm soluktu. Saçlarım dağınıktı. Üzerimde dün gece giydiğim kıyafetler vardı.

Ama en kötüsü gözlerimdi.

Boş bakıyordum.

Saçlarımı toparlayıp kendimi biraz daha derli toplu göstermeye çalıştım. Ama ne kadar uğraşırsam uğraşayım, içimdeki ağırlık silinmiyordu. Buraya geldiğim andan itibaren içimde büyüyen yalnızlık, şimdi kahvaltı masasından gelen kahkahalarla iyice derinleşmişti. Merdivenlerden yavaşça inmeye başladım. Seslerin salondan geldiğine karar vererek oraya yürümeye başladım.

Salona vardığımda, geniş kahvaltı masasının etrafında toplanmış insanları gördüm. Herkes bir aradaydı. Ama en önemlisi, herkes Selin'in etrafındaydı.

Girmemle Mehtap Hanım'ın ve Emir'in gözleri beni buldu.

"Günaydın." Dediler aynı anda, aynı şekilde cevap verdim ve masadaki tek boş yer olan Emir'in yanına oturdum.

"Bugünü sana ayırdık kızım, artık zamanımız çok yok biliyorsun." dedi Mehtap Hanım, Selin'in elini sıkıca tutarak. Gözleri sevgiyle doluydu.

Daha yeni tanıdığım insanlara kırılmamam lazımdı ama elimde de değildi. Bizim beraber geçirebileceğimiz 16 yıl gitmişti, geri gelmeyecekti ama onlar hala kızlarıyla kaybettikleri zamana takılıyorlardı. Belki de bu aile değiştirme işi tam bir saçmalıktı. Onların mutlu ve huzurlu aile tablosunu bozuyor gibi hissediyordum.

"Gerçekten mi? Ne gerek vardı ki?" Selin hafif utanmış bir sesle konuştu ama gülüyordu.

Herkes ona gülümsedi.

Yanındaki abisi -beni istemediğini en baştan belli eden sert bakışlı adam- Selin'in tabağına bir dilim peynir koydu. "Hadi ye, en sevdiğin peynirden koydum."

Diğeri de çay bardağının içine bir şeker atıp ona uzattı.

Selin hafifçe güldü. "Hâlâ mı hatırlıyorsunuz?"

"Tabii ki hatırlıyoruz. Sen bizim küçüğümüzsün!"

İçimde bir şeyler paramparça oldu. Yine ve yine.

Bu sahneye baktım. Sevgiyle çevrelenmiş, abileri tarafından korunan, özlenen, benim asla sahip olmadığım bir yerin içinde parlayan bir kız vardı.

Ve ben... masanın ucunda, yalnız oturuyordum. Yanımda Emir vardı ama yalnızdım.

Mehtap Hanım ve Emir dışında bir kişi bile bana "Günaydın" dememişti. Bir kişi bile "Nasılsın?" diye sormamıştı.

Beni fark eden tek kişi Mehtap Hanım ve Emir'di. Bir de Çınar. Küçük çocuk, arada bir bana bakıyordu ama pek bir şey demiyordu.

Çatalımı elime aldım, tabağıma baktım. Önümde çeşit çeşit yiyecek vardı ama boğazımdan tek lokma bile geçmiyordu. Midem açtı ama açlığımı hissetmiyordum.

Tam o sırada Selin'in abilerinden biri konuştu.

"Sensiz çok sıkıcıydı ev! Şimdi yine eski hâline dönecek."

Diğeri onaylarcasına başını salladı. "Kesinlikle. Sen buradayken ev gerçekten ev gibi oluyor."

Nefesim düğümlendi.

Ben buradayken ev, ev gibi olmuyordu.

Ben buradayken bir eksiklik vardı.

Ben buradayken bu masa tam değildi.

Bunu hissetmek, gerçekten canımı yaktı.

Sandalyemi hafifçe geriye çektim ve ayağa kalktım. Emir, göz ucuyla bana baktı ama bir şey söylemedi. Çınar ise kaşığını bırakıp bana döndü.

"Nereye gidiyorsun?"

Herkesin gözleri bana çevrildi. Selin bile şaşkınlıkla bana baktı.

"Doydum," dedim kısık bir sesle. Yalan olduğunu biliyordum. Herkes biliyordu.

Ama kimse "Kal" demedi.

Kimse "Sen de otur, konuşalım" demedi.

Masadan uzaklaşırken arkamdan fısıldaşmalar duydum.

"Onun buraya alışması uzun sürecek..."

"Bence alışamayacak."

Adımlarımı hızlandırdım. Bir an önce odama dönmek istedim. Kapıyı kapatıp bu yabancı evin içinde sessizce kaybolmak...

Ama tam merdivenlere çıkarken, küçük bir el koluma dokundu.

Çınar.

Gözlerini kocaman açmış, bana bakıyordu.

"Gerçekten doydun mu?" diye sordu.

O an, o küçük sesin içime işlediğini hissettim. Gözlerim doldu ama belli etmemeye çalıştım. Gülümsedim hafifçe.

"Evet," dedim.

Küçük başını yana eğdi. Bana inanmıyordu. Ama bir şey söylemedi.

Sonra hafifçe elimi tuttu ve fısıldadı.

"Seni sevebilir miyim?"

Normalde birisi bana böyle bir cümle kursa benden alacakları tepki muhtemelen 'hayvan mıyım ben o nasıl soru?' olurdu ancak öyle olmadı.

Bir an nefesim kesildi.

Çünkü bu, benim duymaya en aç olduğum cümleydi.

ENDA • Gerçek AilemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin