Arabadan iner inmez içime garip bir ağırlık çöktü. Bir adım atmamla birlikte hava bile sanki farklı kokuyordu. Bildiğim, alıştığım her şeyden uzak, bir yabancı gibi dikiliyordum geniş bahçenin ortasında. Gözlerimi evin büyük kapısına diktim. İçeride kimler vardı? Nasıl karşılayacaklardı beni? Sıcakkanlı mı olacaklardı, yoksa yüzlerinde buz gibi bir ifadeyle mi bakacaklardı bana?
Etrafımdaki herkes ilerlerken ben hâlâ yerimde duruyordum. Emir bir adım geride kalıp bana dönerek başıyla "Gel" işareti yaptı. Zorla bir gülümseme gönderdi, ama gözlerindeki anlayışlı bakışlar samimiydi. Derin bir nefes aldım ve sonunda ayaklarımı hareket ettirdim.
Kapıdan içeri girdiğimiz an, daha ilk adımımda üzerime çöken atmosferi hissettim. Salona geçtik, içerisi en son geldiğimizde olduğu gibi aynıydı. Ferah ve büyük, ama bu ferahlık bana boğucu geliyordu.
İçeride oturan üç kişi vardı. O ayakta dikilip bize sert sert bakan kişi — adını hâlâ bilmiyordum, ama soğuk bakışları yetiyordu. Bir diğeri ise eli çenesinde, hafif düşünceli ama bir o kadar da umursamaz bir tavırla koltukta oturuyordu. Küçük çocuk ise halının üzerine oturmuş, oyuncaklarıyla oynuyordu.
Ben içeri girdiğimde herkes bir an için duraksadı. Gözleri bana döndü. Üzerimde gezinen bakışlar içimi delip geçiyordu.
"Geldi işte. Eğreti bir misafir gibi. Ne yapacağız şimdi?"
Bunu diyen, yüzü her an patlamaya hazır bir bomba gibi gerilmiş olan abiydi. Mavi gözlü olan. Kaşlarını çatmış, neredeyse dişlerini sıkarak konuşuyordu. Belli ki bu durumu kabullenemiyordu.
Mehtap Hanım, yani annem, ona sert bir bakış attı. "O senin kardeşin," dedi yumuşak ama kararlı bir sesle.
Adam güldü. Alaycı, keskin bir gülüştü bu. "Öyle mi? 16 yıl boyunca bizimle olmayan biri, bir anda kardeşimiz mi oldu? Kan bağı mı önemli olan? O zaman her DNA'mız uyuşan insanla kardeş mi olacağız?"
Sözleri içimi bıçak gibi kesti. Ama sessizdim. Hep olduğum gibi. Hep öğretilen gibi. Sessiz kalmak daha kolaydı.
Diğer abisi — hani sert bakışlarıyla beni baştan beri süzen — soğuk bir şekilde omuz silkti. "Siz ne yaparsanız yapın. Ben kabul etmiyorum. Bizim ailemizin bir parçası değil. Bunu bilsin."
Bu kadar sert, bu kadar net bir şekilde reddedilmek... İnsan nasıl bir tepki verir ki? Sinirlenir mi? Ağlar mı? Ben sadece boş boş baktım. Kalbimin içinde bir şeyler eziliyordu ama o ezikliği bile hissedecek durumda değildim.
"Yeter!" dedi Mehtap Hanım. "O bizim kızımız. Alışsanız iyi olur."
Ama alışamayacakları belliydi. Ve ben de alışmaya çalışmak istemiyordum.
Salonda bir sessizlik oldu. Sonra küçük çocuk başını kaldırıp bana baktı. Kocaman yeşil gözleriyle...
"Sen benim kim oluyorsun?"
Henüz düzgün konuşamıyordu anlaşılan. Sesinde saf bir merak vardı. Tertemiz, karşılıksız bir ilgiyle soruyordu. Emir gülümseyerek konuştu, "Ablan oluyor, Çınar."
"Benim zaten ablam var."
Sesi masumdu ama içeride bir yerlerde yeni bir yaranın açıldığını hissediyordum. Açılmamalıydı ama açılmıştı işte.
Gülümsemeye çalıştım, ama başaramadım. "Evet, ama arkadaş olabilir istersen." dedim sadece.
Çınar başını yana eğdi. Beni süzüp inceledi, sonra da tekrar oyuncağına döndü. Ama arada bir bana bakıyordu, bunu fark ettim.
Sert bakışlı abi, -evet artık bu şekilde anıyordum onu- gözlerini bana dikti ve kısa bir kahkaha attı. "Baksana, çocuk bile istemiyor seni."
Beni dışlayan herkes, bana karşı sert çıkan her söz, içimde bir bıçak izi bırakıyordu. Ama buna alışık olduğumu sanıyordum.
Yanılmışım.
Mehtap Hanım içeriyi toparlamaya çalışıyordu, ama en büyük oğulları bariz bir şekilde bana tahammül edemiyordu. Zaten benim de burada olmak gibi bir derdim yoktu. Ben de onlar gibi, kendimi buraya ait hissetmiyordum.
"Odana çıkabilirsin kızım," dedi Akif Bey. "Bugünlük bu kadar yeter, yaşadıkların yormuştur seni."
Başımı salladım. Ayağa kalkarken Emir yanıma gelip hafifçe sırtıma dokundu. "Gel, ben sana odanı göstereyim."
Merdivenlerden çıkarken arkamdan fısıldaşmalar geldi kulağıma.
"Buna ne gerek vardı?"
"Ne yani, onu burada mı tutacağız?"
"Bu saçmalık. Annem de babam da çok saçmalıyor."
Bunları duymamamı istiyorlarsa fısıltılarını biraz daha alçaltmaları gerekirdi.
Emir beni uzun bir koridordan geçirdi ve odanın kapısını açtı.
Burası... soğuktu. Buraya ait değildim. Ne buradaki eşyalar benimdi, ne de buradaki anılar bana aitti.
Ama yine de buradaydım.
Kapıyı kapattım. O an içimden gelen tek şey, sessizce yere oturup gözlerimi kapatmaktı. Ama odaya alışmaya çalışmam bile mümkün değildi, çünkü birkaç dakika sonra kapı aniden açıldı.
Çınar.
Küçük elleriyle kapıyı aralayıp içeri baktı.
Göz göze geldik.
"Sen üzgün müsün?" diye sordu.
Gözlerim doldu, ama ağlamadım. Başımı iki yana salladım.
"Yalancısın," dedi basitçe.
Sonra bir şey yapacağını hissettim. Yavaş adımlarla içeri girdi ve yatağa oturdu. Küçük ayaklarını salladı, gözlerini bana dikti.
"Beni sevecek misin?"
Şaşırdım. "Ne?"
"Eğer benim ablam olacaksan, beni sevecek misin?"
İşte o an, ilk defa buraya gerçekten ait olabileceğimi düşündüm.
Ama bu düşünce uzun sürmedi.
Tam o sırada kapı tekrar açıldı ve içeri mavi gözlü abi girdi.
"Çınar, çık buradan."
Küçük çocuk duraksadı. Belli ki abisine pek karşı çıkmak istemiyordu. Ama gitmek de istemediğini anladım.
"Çık diyorum," diye tekrarladı abisi, bu sefer sert bir sesle.
Çınar gözlerime son bir kez baktı, sonra yatağın kenarından kayıp yere indi. Yavaşça kapıya ilerledi ama çıkarken geriye dönüp bana küçük bir el salladı.
Ben de elimi hafifçe kaldırarak karşılık verdim.
Ama tam kapıdan çıkarken, abisi ona dönüp sinirle fısıldadı:
"Onunla konuşma."
Kapı kapandı.
Ve o an, gerçekten yalnız olduğumu hissettim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ENDA • Gerçek Ailem
General FictionBabasının annesini aldatmakla suçlaması sonucu DNA testi yaptıktan sonra ailesinin gerçek ailesi olmadığını öğrenen Enda'nın hayatı tamamen değişir. İki tarafın da öz kızını istemesi sonucu gerçek ailesi ile tanışma fırsatı elde eden Enda neler yaşa...