Selammm. Geri döndük, Bizi özlediniz mi?😍❤️ Bir çoğunuzun bildiği gibi kitap olduk. Beni sosyal medyadan takip etmeyen arkadaşlarım için de kısa bir bilgi vereyim. Gölgesiz’e ulaşabileceğiniz linkler instagram hesabımda var. Ayrıca sizde Pukka Yayınları’nın sitesinde, BKM de, Kitap Yurdu, Tam adres, Trendyol, Amazon, Hepsiburada… gibi sitelerden temin edebilirsiniz. 😊
Sizi çok seviyorum ve nihayet buluştuğumuz için heyecanlı ve mutluyum. Arayı çok açmama duası enter. 😊
Yıldıza bastıysak ve yorumlarımız hazırsa başlıyoruzzz.İYİ OKUMALAR…
Asker olmak öyle bir şeydi ki her zaman ensende Azrail’in nefesini hissederdin. Kendisi görünmezdir ama gölgesinin, senin gölgenin hemen yanında olduğunu bilirsin.
Ölüm ile yaşam arasındaki o ince çizgi bizde yoktur; ölüm ve yaşam iç içedir.
Kahraman olmak ve kurban olmak her ne kadar zıt gibi dursa da her kahraman aynı zamanda bir kurbandır. Kendini feda etmeden kimseyi kurtaramazsın. Kahraman olmak isteyen herkes önce şunu bilmelidir: Kurban olduğun kadar kahramansın, feda ettiklerin kadar varsın.Bize "Kahraman Türk askeri" derler. Bana göre, dünya üzerindeki en büyük şeref Türk askeri olmaktı. Vatanım için, bayrağım için, halkım için kendimi feda etmekten asla çekinmedim.
Babamın bana bıraktığı en büyük miras bu vatandı. Kendisi gitmiş ama bayrağımızı bize bırakmıştı. Ay yıldızlı bayrağa kendi kanını katmış, gökyüzünde bayrak, vatana toprak olmuştu.
“Asker olmak, hep bir yanın eksilerek yaşamak, biraz da vicdan azabıdır.” demişti babam. O zamanlar küçüktüm ve ne demek istediğini anlamamıştım, ama şimdi anlıyordum.
Şehit düşen silah arkadaşlarımın cenaze törenlerinde, annesinin kucağında, ağzında emzikle gelen bebeğini gördüğümde… Karnı burnunda, ayakta güçlükle duran hamile eşlerini izlediğimde… Ağlayan annelerinin neden önce kendilerinin ölmediğini sorguladıklarına şahit olduğumda anladım vicdan azabını.
Her cenaze töreninde biraz daha eksildim, toprağa verdiğim her arkadaşımın ardından vicdan azabı çektim. İnsan hayatta kaldığı için utanır mıydı? Utanmıştım.Aynı utancı şimdi Narin’e karşı hissediyordum. MOBESE kayıtlarına ulaştığımız günün üzerinden bir hafta daha geçmişti. Narin’in tutulduğu yeri bulmuştuk fakat gittiğimiz eski fabrika boştu.
İçeride bir hain olduğu kesinleşmişti ve biz, bu hainin kim olduğunu ve kimlere ne bilgiler sızdırdığını bulmak zorundaydık. Yıllardır ilmek ilmek ördüğümüz bir operasyon vardı ve bu süreçte dışarıya bilgi sızdırılıp sızdırılmadığını bilmiyorduk.
Hem haini arıyor hem de Narin’i bulmaya çalışıyorduk. Sabrımın son sınırlarında geziyordum. İhanet içinde olan kişinin beni tanıdığını sanmıyordum. Beni biraz olsun tanısaydı, damarıma bu kadar basmaması gerektiğini bilirdi.
Helikopter, eski fabrikanın olduğu alana yakın bir noktaya bizi bıraktı. Fabrikanın çevresi abluka altına alınırken içeridekilerin kaçabileceği her alan tutuldu.
Birinci vazifemiz, Narin’i sağ salim kurtarmaktı. İkincisi ise kim olduğunu bilmediğimiz düşmanı ölü ya da diri ele geçirmekti. Tercihen diri olmasını istiyordum. Çatışmada hızlı bir şekilde ölmesini istemiyordum. Ölmek için yalvarmadan, bana asıl amacını söylemeden ölmemeliydi.
Hakan Kurt ile tanışmalıydı.…
Fabrika kapısının önüne geldiğimizde Halit ile göz göze geldik. Fabrikanın etrafı boştu, hiçbir güvenlik önleminin alınmamış olması şüpheli bir durumdu. Ya fabrika boştu ya da içeride bizi bekleyen büyük bir sürpriz vardı.
Her türlü duruma hazır olabilmek adına fabrikanın etrafını kuşatmış, hatta belirli noktalara keskin nişancılar yerleştirmiştik.
Lütfen burada ol, Narin!

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölgesiz (Pukka Yayınları Aracılığı İle Kitap Oldu)
General Fiction"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim zikretmese de kalbim senin adınla çarpar..." dedim üzerine basa basa "Olmasın ayak izin ben kokundan...