"Gökalp... bizim oğlumuz. Sen onun öz babasısın."
Barış'ın gözleri bir anda irileşti, sanki zaman donmuş, dünya sessizliğe gömülmüştü. İçine bir şey çarpmış gibi oldu, ne bir ses, ne bir hareket... sadece bir ağırlık. Göğsüne saplanan görünmez bir s...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Tuna, İstanbul'a vardığında hava hala karanlıktı. Sabahın ilk ışıkları ufukta belirmeye başlamıştı. Uykusuz geçen yolculuğun yorgunluğuyla otele doğru ilerlerken, Gökçen'in sesi kulaklarında yankılanıyordu. Telaşlıydı, korkmuştu. Elindeki her şey gitmişti... Peki ya daha fazlası?
Otele vardığında, Gökçen onu kapıda karşıladı. Yüzü solgundu, gözlerinin altında uykusuzluk izleri vardı. İçeri girerken derin bir nefes aldı ve sadece bir arkadaşının ona yardım ettiğini söyledi. Tuna, Gökçen'in anlatmadığı şeyler olduğunu hissetti ama sorgulamadı.
Gökalp, odadaki çift kişilik yatakta mışıl mışıl uyuyordu. Küçük elleri battaniyenin dışında kalmış, huzurla nefes alıp veriyordu. Gökçen, Tuna'ya bir an duraksayarak baktı, sonra oğlunun yanına yaklaşıp saçlarını usulca okşadı. İçinde fırtınalar kopsa da onu uyandırmak istemiyordu.
Sessizce odadan çıktı, montunun fermuarını yukarı çekerek soğuk sabah havasına karıştı. Sokaklar yeni uyanıyordu. Karakola doğru yürürken adımları kararsızdı. İçinde, Barış'ın yüzü gitgide daha belirgin hale geliyordu. Dün gece ona yardım eden, her şeyle ilgilenen oydu. Ama aynı zamanda hayatında bir daha karşılaşmaması gerektiğini düşündüğü, güvenmemesi gereken insandı.
Karakolun kapısına geldiğinde derin bir nefes aldı ve içeri girdi. İşlemler rutin bir şekilde ilerledi. Polisler sorular sordu, o cevapladı. Çantasının içinde toplantıyla ilgili tüm belgelerin, dizüstü bilgisayarının ve özel notlarının olduğunu tekrar anlattı. Ama düşüncelerinin arasında hep Barış vardı. Onun düşünceleri ve istekleri Gökçen'i çok korkutuyordu.
Karakoldan çıkarken temiz hava adeta yüzüne tokat gibi çarptı. Gökçen, derin bir nefes alarak içindeki kasveti dağıtmaya çalıştı ama başaramadı. Bütün gece zihnini kemiren düşünceler, Barış'ın o bakışları, kalbinin ritmini bozuyordu. Sokaktaki ıslak kaldırımlar, solgun sokak lambaları ve sabaha yeni uyanan şehir... Hiçbiri içindeki huzursuzluğu örtmeye yetmiyordu.
Apar topar otele geri döndüğünde, oğlunun uykulu bakışlarıyla karşılaştı. Küçük Gökalp'in dağınık saçları, uykunun sıcaklığıyla kızarmış yanakları ve kollarını açarak annesine uzanışı içini biraz olsun ısıttı. Ama Tuna'nın sorgulayıcı bakışları çok geçmeden o sıcaklığı aldı götürdü.
"Kızım, kim hangi arkadaşına telefonu çalındı diye telefon alır? Kim en pahalı otellerden birinde oda tutar? Kim bu arkadaş?" Tuna'nın keskin sesi, otel odasının duvarlarına çarpıp yankılandı. Gökçen'in omuzları farkında olmadan biraz daha düştü.
Barış Alper dese işler iyice çığırından çıkacaktı. Ünlü bir futbolcuyla arkadaş olduğunu en yakın dostuna bile söylememiş olması garipti ama artık ipin ucunu kaçırmıştı.