"Zaman ilerledikçe de bu sözümün doğru olduğunu anlamış olacaktım.
Burası onun değil, kurtların bölgesiydi."
***
Gözlerimi ona sabitlemiş soluklarımı düzene sokmaya çalışıyordum. Pars'ın sözleri zihnimde yankılanırken boynuma yaklaşması, bedenimin tamamen hareketsiz kalmasına sebep olmuştu. Gözlerimi kaçırmadan ona bakmaya devam ettim.
"Ne demek istiyorsun?" sesim beklediğimden daha cılız çıkmıştı. Pars'ın gri gözleri yine o soğuk, derin ifadeyle üzerimdeydi ama içinde sanki tutmaya çalıştığı bir şeyler gizliydi.
O ise sadece bir an bana baktı ve başını hafifçe yana eğerek konuştu. "Bence artık gitmelisin."
Beni bu kadar sorgusuz bir şekilde yollamak istemesi içimdeki huzursuzluğu daha da artırdı. Arabadan inmeden önce son bir kez gözlerinin içine baktım. "Bu konuşma bitmedi, Pars. Bunu biliyorsun."
Bakışları değişmeden karşılık verdi. "Bitti, Alçin."
İç çektim. Israr etmenin şu an bir anlamı yoktu ama içimden bir ses, bu konunun asla burada kalmayacağını söylüyordu. Arabadan inip kapıyı kapattım ve yurdun girişine yöneldim. Fakat sırtımda onun bakışlarını hala hissediyordum.
O gece yatağımda dönerken uyuyamadım. Aklımda birçok soru vardı. Göz rengindeki o ani değişim... Belki de tamamen hayal görmüştüm. Beynim bana bir oyun oynuyorda olabilirdi. Ama eğer doğruysa gerçekten bir anlığına da olsa gözleri amber rengine büründüyse, bu ne anlama geliyordu?
Sabaha kadar bunları düşündüm. Ama bir cevap bulamadım.
Ertesi gün fakültenin çevresinde her zaman gittiğim kafenin bir köşesinde oturmuş, dün olanları düşünüyordum. İçimde araştırmam gereken bir şeyler olduğunu hissediyordum. Herkes kendi dünyasında meşgulken ben, Pars'ın etrafında dönen tuhaflıkları analiz etmeye çalışıyordum.
Onun hakkında bir şeyler öğrenmeliydim. Geçmişini, nereden geldiğini, nasıl biri olduğunu...
Bir an için etrafa göz gezdirdim. Onu takip etmek, hareketlerini gözlemlemek mantıklı bir fikir gibi geliyordu. Ama nasıl yapacağımı bilmiyordum.
Tam bu sırada kapıdan içeri giren uzun boylu, koyu gri gözlü kişiyi fark ettim. Pars tek başına kafeden içeriye giriyordu. Fakültelerimiz çok yakın olduğu için bu kafeye sürekli gelmesi çok normaldi ve benim şu an işime gelmişti. Fakat gözlerim, onun gözlerini arıyordu. Renkleri normaldi. Yine de bu durum onun sırlarını gizlediği gerçeğini değiştirmiyordu.
Elimde tuttuğum kahvenin artık soğumuş olduğunu fark ettiğimde bardağı bir kenara bırakıp oturduğum yerden hafifçe doğruldum. Pars, her zamanki gibi insanlardan biraz uzakta bir köşeye oturmuştu. Yüzündeki donuk ifade bir şeyler düşündüğünü ele veriyordu.
Ona dair ne biliyordum? Fazla bir şey değil. Fakat onun hareketlerini takip edebilirdim. Gün içinde neler yaptığını gözlemleyebilirdim. Belki de onu bir şekilde konuşturabilirdim.
Düşüncelerimi toparlarken Pars'ın aniden başını kaldırıp doğrudan bana baktığını fark ettim.
Hemen bakışlarımı kaçırmam gerektiğini hissettim, ama yapamadım. O gri gözlerin içinde bir şey vardı. Çözülemeyen, açıklanamayan bir şey...
Ne olduğunu öğrenmeliydim.
Derin bir nefes alıp oturduğum sandalyeden kalktım. Düşünmemeye çalışırken çoktan adımlarımı ona doğru yönlendirmiştim. Pars'ın ifadesi değişmedi, ama sanki beni bekliyormuş gibi hafifçe başını yana eğmişti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
YIRTICI GÖZLER
FantasyNadir kedi türlerinden biri olan pars, bir insan bedeni ile bütünleşmişti. Pars Bera Sarkan.. Yarı insan yarı pars. Koyu gri renginde yırtıcı gözlere ve keskin pençelere sahip olarak bir dönüşüm geçirse de özünde bir insandı. Türü gereği vahşi, ins...