[TAMAMLANDI]
Tuhaf tiplerle dolu hapishanede danışmanlığa başlayan William, aynı zamanda deli bir bilim insanı olan babasının inşa ettiği gizli laboratuvarda zorlu bir yolculuğa çıkar.
İyi okumalarrr yorum yapmayı unutmayınızz uzun ve aksiyonlu bi bölüm oldu
...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Phoxebos
...
"Şimdi," diyen Aif'is ile ona baktım. "Zaux'als nerede?"
Aif'is'in sorusunu nasıl yanıtlayacağımı bilmiyordum, bana bakan öfkeli turuncu gözleri ensemden itibaren ürpermeme sebep olmuştu. Onun nasıl yaşadığı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Daha doğrusu o gerçekten yaşıyor muydu, yoksa bir tür ruhani varlık gibi bir şey miydi? Ya da bir ihtimal Zaux, zihnini taşa aktırmıştı ve taş da ona göre hareket ediyordu. Sağ elimde tuttuğum taşa baktım, siyahlıktan eser kalmamışçasına turuncu bir şekilde parlıyordu ve sol elimde tuttuğum balyozla ona vurma isteği uyandırıyordu. Başını kaldırıp karşımda duran Aif'is'e baktım.
"Üzgünüm," dedim ve derin nefes alıp verdim. "O burada değil."
Kaşları çatıldı. "Bu ne demek?"
"Öldü."
Aif'is'in kaşları havalandı ve gözlerini benden kaçırdı. "Öldü mü?"
"Evet," dediğim gibi geriye doğru birkaç adım attım. "Dünyamı kötü etkiliyordu, biri onun icabına bakmalıydı."
Bana baktı. "Kim o 'biri'?"
Adım atmayı bıraktım, balyozun uzun sopasını sıktım sıkabildiğim kadar. Parmak eklemlerimin bembeyaz kesildiğini hissedebiliyor, Aif'is'in bana karşı herhangi bir hamlesinde vurmak için hazır bekliyordu. Ona balyozla ne yapabilirdim bilmiyorum... O, çok güçlü bir telekinetikti ve onun gücüne karşı balyoz işe yaramazdı. Ben ne yapsam ona bir şey yapamazdım, insandım ben. Ne bir tuhaflığım ne de bir gücüm vardı.
O 'biri'nin ben olduğumu söyleyemeyecek kadar korkuyordum şu anda.
"Kim olduğunun bir önemi yok." dedim. "Zaux öldü, bu saatten sonra yapabileceğin herhangi bir şey yok."
Başını yana eğdi, gözlerini gözlerime dikti ve ağzı hafiften aralıktı. "Bana bir isim verirsen, William... seni bırakırım."
Yutkundum. "O isimle ne yapacaksın?"
Dudağının kenarı havalandı. "Hadi William, bana bir isim ver."
Siktir, ben olduğumu zaten biliyor.
Geriye doğru birkaç adım daha atmaya başladığımda, bana doğru attığı her adımda yer titremeye başladı ve ben adımlarımı durdurmadım. "Bence bunu konuşarak halledebiliriz." dediğimde, dudağının her iki kenarı da kıvrıldı.
"Hayır, William." dedi Aif'is. "Bunu kan akıtarak konuşacağız."
Aif'is'in ayakları yerden kesildi, doğrudan hızla bana uçmaya başladığında gözlerim büyüdü ve yerdeki taşa takıldığım gibi geriye doğru birkaç kez sendeleyip kalçamın üstüne düştüm. Sağ elimdeki Genesis düştü. Taşın nereye gittiği takip edemeden üzerime gelen Aif'is'le ne yapacağımı şaşırdım, öylece kalakaldım.