[TAMAMLANDI]
Tuhaf tiplerle dolu hapishanede danışmanlığa başlayan William, aynı zamanda deli bir bilim insanı olan babasının inşa ettiği gizli laboratuvarda zorlu bir yolculuğa çıkar.
Aşırı uzun bölüm oldu (bana göre) 3k kelimeyi yazarken anam ağladı, o yüzden mutlaka YORUM YAPIN ki beğenip beğenmediğinizi anlayayım. 😔
OY SINIRI 50
...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
...
Kendimizi bir anda 1940'ların Almanya'sında bulmuştuk.
Siyah çam ağaçlarıyla etrafımızın sarılı olduğu bu orman, tüylerimi ürpertmişti. Ağaçlardan yola çıktığım kadarıyla şu an itibariyle Kara Orman'daydık... buraya hep gelmek istemiştim ancak hiçbir zaman vakit bulamamış, sadece gitmek istediğim yerler listemin son kısımlarında yer almıştı. Burayı hemen tanıyabilmemin sebebi buydu. Yukarıya doğru yükselen birkaç metrelik ağaçlar gecenin karanlığını gizlerken, yaprakların arasından yıldızları zar zor seçebiliyordum.
"Bu taraftan, William."
Zaux'als bana seslendiğinde ona döndüm ve arkası dönük bir şekilde benden uzaklaştığını görünce onu takip ettim. "Almanya'ya düştüğünü söylememiştin." dediğimde, omzunun üzerinden bana baktı.
"Önemsiz bir detay."
Ayaklarımızın altında çıtırdayan kuru dalları ezdik. İkinci Dünya Savaşı'nın tam ortasında olduğumuzu var sayıyorum, Genesis'in patlamasından birkaç dakika öncesindeydik. Merkeze ilk geldiğim gün Leonard, yani Zaux'als bana bunu anlatmıştı. 1940'ların başında meydana gelen sismik dalga, savaşın bir anlığına duraksamasına sebep olmuştu. Bunun sadece uzaydan gelen basit bir taş olduğu düşünülmüş, tarih kitaplarına bu şekilde yansıtılmıştı ve Dünya'daki herkes olayın bu şekilde meydana geldiğini sanıyordu.
Milyarlarca insan ayakta uyutulmuştu.
Ben de öyle.
Ama artık olan biten her şeyi biliyordum, bir tek ve ben Zaux'als... sonra Aiden, Yui ve Jeremy öğrenecekti.
Ardından tüm Dünya.
Zaux'als'ın bana bu anıları göstermesinin sebebi de buydu, gerçekleri dünyaya duyurabileyim diye.
Dediği gibi, kimse bir iz bırakmadan ölmemeliydi.
Ayrıca neden öleceğini düşünüyordu, onu da anlamamıştım.
Ben kimseyi öldüremezdim.
Önümdeki uzun saçlı mavi tenli adam yürüdükçe yürüyor, ardı kesilmeyen adımlar atıp onun peşinden sürüklenmeme sebep oluyordu. Başımı tekrardan yukarıya doğru kaldırdım, ağaçlar arasında gördüğüm uzaktaki duman ile kaşlarım çatıldı. Duman öylesine yoğun ve farklıydı ki, göğe doğru yükselen dumanın içindeki turuncu, mor ve mavi karışık renkleri görebiliyordum. Kokusu nasıldı bilmiyorum, farkına vardığım kadarıyla Zaux'als'ın zihin oyunları o kadar da güçlü değildi.