Etrafıma bakınca nerede olduğumu anlayamadım ama üzerimde eflatun bir elbise vardı. Omuzları açık olan elbisenin etekleri yerlere değiyordu. Hava serin olduğu için üşüyordum. Esen rüzgâr tenime çarptıkça biraz daha ürperiyordum. Nerede olduğumu anlamak için başımı çevirince yüksek bir tepenin üstünde durduğumu gördüm. Uçurumun kıyısında duran bir adam ve küçük çocuğu görünce gözlerim kısıldı. Bana sırtı dönük bu ikilinin kim olduğunu merak ederek bakıyordum.
Kimdi onlar ve burada ne işleri vardı? Dikkatli bakınca yüzünü göremesem de arka profilinde onun Karun olduğunu anladım. Kumral saçlarının rüzgarla uyum içinde bir ahenkte olması, geniş omuzları ve bileğindeki saati bana onun Karun olduğunu düşündürmüştü. Küçük bir çocuğun elini sıkıca tutuyordu ve ikisi tam karşılarındaki boşluğa bakıyorlardı. Burada ne yapıyorlardı?
"Karun?" Dudaklarımdan adı mırıltıyla döküldüğünde başını çevirip arkasına baktı. Çoğunlukla bir okyanusun hırçınlığıyla bakan mavileri bu sefer fazla durgundu. Buruk bir ifadeyle beni izlemesi gözyaşlarına boğulmama neden olabilirdi çünkü onun bakışlarında veda vardı. "Saka," deyişi bile fazla hisliydi ve son kez der gibiydi.
Uçuruma çok yakın durdukları için endişelenerek, "Karun buraya gelin," diye fısıldadım. O çocukla birlikte uçuruma fazla yakınlardı.
"Anne biz gidiyoruz." Küçük çocuğun söyledikleriyle tüm vücudum titremişti. Anne mi? Fark ettiğim gerçeklerle kanım donmuştu. O çocuk Karun ile bizim çocuğumuz muydu? Elimi kaldırıp karnıma bastırdım ancak bebeğimi karnımda hissedemedim. Dehşete kapılarak yutkundum. Sanki artık bebeğim karnımda değildi.
Karnımda değil tam karşımdaydı. Ne kadar bakarsam bakayım bulanık gören gözlerime bir netlik kazandırmadığım için onun iyi göremedim. Karun'u çok net görüyordum ancak ne zaman doğurduğumu bilmediğim çocuğu net göremiyor, onun cinsiyetini, yüz hatlarını ve sesini ayırt edemiyordum. Hafızamı kurcalayınca hatırladıklarımla dizlerimin bağı çözüldü, yerimde sendeledim. Gidiyorlardı.
Karun en son hastanedeydi ve kalbi durduğu için neredeyse ölüyordu. Hayata dönmesinin sevincini yaşamadan karnıma artçı kramplar girdiği için bayılmıştım. Hatırladığım son şey bunlardı. Şimdiyse ikisi bir uçurum kenarında duruyor ve veda eder gibi bana bakıyorlardı. Karun'un hayati tehlikesi devam ediyordu ama bebeğime ne olduğunu henüz bilmiyordum. Ansızın acı bir gerçek zihnimin çürük kuytularında yeşerdi ve gözlerimden bir damla yaş süzüldü.
Karun verdiği yaşam savaşını kaybetmişti, değil mi?
Ve bebeğim... Artık o da benimle değildi, değil mi?
İkisi benden gidiyordu.
"Be-bensiz mi gideceksiniz?" Sesim titrerken ıslak gözlerle Karun'a bakıyordum. Bulutların arkasında saklanan güneşin cılız ışığı Karun ve çocuğumuzun üzerine düştü ama karanlığımı aydınlatmıyordu. Karun'un sessizliği bir şarkının son sözleri gibi sarsıcı ve son bir veda için toplanmış gibi acı doluydu. "Saka'nı bırakıp gidiyor musun?"
Bulunduğu yerde hareketsiz kalırken nefes almak için ekstra çaba harcadı. Her solukla benden biraz daha gider gibiydi. Gözlerini benim ıslak kahvelerime kenetlediğinde bakışları titremişti. "Sen burada kalmalısın nefesim." Hayır, beni bırakıp gidemezlerdi.
Yüzü, yaşadıklarına yenilmiş gibi derinleştiğinde bir yorgunluk onu sarıp sarmalamıştı. "Senin hâlâ yaşayacağın günler var, Saka." Acı bir tebessümle dudakları büküldüğünde bana kendisini gösterdi ve gözlerimin içine canımı yakarak baktı. "Eski yârin ömrünü versin Allah yenisine." Kalbimin parçalanıp her bir parçasının tüm cihana dağıldığını hissettim. Ondan başka bir yar istemiyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKA VE SANRI(Kitap Oldu)
General Fiction"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle evlenmek mümkün müydü? Gerçekten nikâhta bile sahtekârlık yapılabilir miydi? Başına gelene kadar Big...