"Seni ağlarken gördüğümde, bir meleğin yeryüzüne indiğini düşündüm.
Gözyaşların, ruhumu kavrayıp dizlerimdeki tüm gücü almış, dudaklarıma kilit vurmuştu.
O an, seni saran hüznün içinde ilahi bir güzellik buldum. Ancak bu güzellik, camdan yapılmış gibiydi, bir kez daha şahitlik edersem çatlayacak, binlerce parçaya bölünüp beni kanatacaktı.
Bu yüzden o gözyaşlarını bir daha görmemek için tüm kalbimle savaşmam gerektiğini fark ettim. Ne hayat, ne insanlar, ne de zaman... Hiçbir şey seni bir daha ağlatmamalıydı. Gözyaşlarını susturmak, seni sonsuza kadar korumak benim yeminimdi. Çünkü bir meleğin gözyaşları, bu dünyanın en ağır günahıydı."
- Taş Duvarlardan İçeri Yıldızlar Giremez, sayfa 89
9. Bölüm: Oscar Wilde'ın Sosyalizm Anlayışı
Han Soo'yu yere devirdikten sonra Jungkook'un cezaevindeki hayatı fazlasıyla değişti. Kendini erkeklerin hiyerarşisinin en üstünde buldu ve bu durum, hayatının %80'ini annesiyle geçirmiş ve annesine hayran olarak büyümüş bir erkek için tuhaf bir durumdu. Jungkook, maskülenliğe dair pek bir şey bilmiyordu. Zaten hayatı boyunca da maskülen olmayı hedeflememişti.
Zirvede yalnız başına oturup çevresindekilere emir vermeyi veya onlardan saygı görmeyi de hiç hayal etmemişti. Jungkook birlik olma taraftarıydı. Hayatını, "İnsanlar bir arada yaşamalı, birbirine destek olmalı," düşüncesiyle yaşamıştı. Şimdi cezaevinde bir hiyerarşi vardı ve Jungkook'un bir noktada bulunduğu konumu korumak adına birilerini ezmek zorundaydı. Bu da erkekliğin en zehirli kısmını daha çocuk yaşta reddetmiş Jungkook için çok zordu.
Yemekhanede yemek yerken Jungkook'un parmakları çok kibar hareket ediyordu. Diğer mahkumlar eğer onun güçlü olduğunu bilmeseydiler defalarca kez onunla dalga geçerlerdi. Oysaki şimdi onun fiziksel gücüne saygı duyuyorlar ve hiyerarşideki alt sınıf olarak Jungkook'un kibarlığını örnek almaya çalışıyorlardı.
Jungkook'un zehirli erkekliğe dair keşfettiği ilk şey, bu sistemin her zaman "daha fazlasını" talep etmesiydi. Spor mu yapıyorsun? Yetmiş kilo kaldırıyorsan, yüz olmalı. Kasların belirginleşti mi? Yeterli değil; damarların cildinin altından patlayacakmış gibi gerilmeli. Kadınlarla aran iyi mi? Daha fazlasını iste. Daha çok kadın, daha çok zafer. Her şeyin fazlasını istemek, insanı kendi isteklerinin ağırlığında ezilen bir gölgeye dönüştürüyordu. Fazlalık peşinde koşmak, aslında derin bir açgözlülüğün cilalanmış bir dışavurumuydu.
Dahası, bu açgözlülüğün kuralları vardı; incecik bir ip üzerinde yürümeye mecbur eden, yorucu ve ödülsüz kurallar.
Örneğin, kadınlarla aranı iyi tut ama sakın duygusal bağ kurma. Sevgi mi? Hayır, bu zayıflıktır. Güler yüzlü olabilirsin ama asla fazla sıcak kanlı olma; sert durmalı, her zaman mesafeli kalmalısın. Güçlü bir erkek dediğin, şefkat göstermeyi bilmez, öğrenmez, istemez.
Zehirli erkeklik, bir maskeler tiyatrosuydu. Jungkook bunu gördükçe, sahnede oynanan oyunun ne kadar acımasız olduğunu anlıyordu.
Hiyerarşinin onu ne zaman aşağı iteceğini bilmeyen Jungkook, bir öğleden sonra mahkumlarla spor salonunda buluştuğunda onlara Sovyetler'de yaşanan olayları anlatmaya başladı.
Cezaevinde öylece oturamazdı. Bir şeyler yapmak zorundaydı.
Mahkumların bazıları komünist veya sosyalist olsa da bazıları bu konular hakkında hiçbir bilgisi olmayan orta yaşlı insanlardı. Hatta bazıları okuma ve yazma da bilmediği için bazı günler cezaevindeki öğretmenler tarafından okuma-yazma dersi alıyorlardı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kletka | Taekook
FanfictionSosyalist Gazeteci Jeon Jungkook, Güney Kore'deki askeri darbe haberini aldıktan sonra Sovyetler Birliği'nden kaçarak anavatanına geri döner. Güney Kore artık hatırladığı gibi değildir. Sıkıyönetim altındaki halk ile askerler arasında amansız bir ça...