İyi okumalar,
oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın....
Dünyada sekiz milyar insan var ve bu kadar insanın içinde de G-Gen bulunuyordu.
G-Gen, hepimizin içinde saklı olan pasif genlerden bir tanesiydi. Bir insanın kalbinde bulunan hücrelerinde gözler ile alakalı genler olduğunu, ancak bu genlerin pasif olduğunu duymuştum. Bu G-Gen tam olarak neremizde yer alıyordu hiçbir fikrim yoktu fakat nasıl bu zamana kadar duyulmamıştı, işte orasını anlamakta zorluk çekiyordum.
Bir uzay taşının dünyaya çarpmasıyla, insanlığın küçük bir kısmının genini aktif hale getirmişti. Sadece birkaç binden, günümüze kadar milyonlara ulaşan bu tuhafların sayısı az da değildi. Bütün ülkelerde yerini alan bu tuhaflar, bulundukları her yerde dışlanıyorlardı. Biz kendi insanımızı sırf gösterdikleri küçük bir değişiklikle dışlıyor, bize bir şey yapacaklar korkusuyla yaşıyorduk.
Belki de onları kıskanmıştık.
Elimde tepsiyle beraber yemekhanenin tam ortasında durmuş, yanımdan geçen ve masalarda yerlerini alan insanlarda gözlerimi gezdiriyordum. Burada bulunan herkes tüm bunlardan haberdar mıydı? En az benim kadar sorgulamışlar mıydı kendilerini? Yoksa her şeyi duymazdan gelerek işlerine kaldıkları yerden devam mı ediyorlardı? Ben basit bir danışmandım, buna rağmen burada olan biten her şeyi sorgulayıp yanlışları görebiliyorsam eğer onlar da görebilirdi.
Değil mi?
Ama hiç de öyle görünmüyordu...
Gözlerim masalarda kahkahalar içinde gülen insanların üzerinde durdu, laboratuvarda olan her şeye rağmen gülebiliyorlardı.
Üç hafta, burada tamı tamına üç haftamı geçirmiştim ve on yıl kadar yaşlanmış gibi hissediyordum kendimi. Tepsiyi tutan ellerimi sıktığımda, metalle iç içe geçeceğimi sandım bir anlığına. Vücuduma yüklenen öfkemi hissedebiliyordum... Babama karşıydı, Leonard'a karşıydı içimdeki tüm o öfke. Burada bulunan, masum olan tuhaflara her anlamda kötülüğü yapan tüm insanlara karşıydı. Erkek, kadın ve çocuk demeden yapılan tüm kötülüklere karşıydı içimde yeşeren öfke.
Babama verdiğim söze pişman olmuştum.
Bunun olacağını düşünseydim eğer gülerdim, hem de hiç olmadığım kadar. Geçmişte, ki bu geçmiş bir ay öncesine dayanıyor, babamla çok gurur duyardım. 'Hey! Benim babam dünyayı kurtarıyor!' diyerek lisedeki arkadaşlarıma hava attığımı hatırlıyordum.
Sırf bunun için benimle dalga geçmişlerdi ama yine de durmadım, onunla gurur duyduğum kadar da imrenmiştim.
Onun gibi olmak isterdim.
Marcus Goldsmith'in oğlu olmak yetmedi hiçbir zaman, yanında yerimi almak istiyordum.
Şimdi ise buradayım, onun lanet duvarları arasında.
"William?"
Arkamdan gelen Sofia'nın sesi ile göğsümü şişirip aldığım nefesi geri bıraktım, yine gelip beni bulmuştu. Gerçi yemekhanenin tam ortasında korkuluk gibi dikilen bendim. O kadının babama olan takıntısı beni geriyordu, hem de feci bir şekilde.
Arkamı dönüp onunla göz göze geldim. "Sofia."
"Ne yapıyorsun burada? Put gibi dikilmişsin." dediğinde, güldü kendi kendine. "İyisin değil mi? Yorgun gibi gördüm seni."
"İnsan gördüklerinden sonra, evet, yorgun düşüyor."
Sofia ellerini önünde birleştirdi. "Ne görmüş olabilirsin ki?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Genesis ᴮˣᴮ
Fantasy[TAMAMLANDI] Tuhaf tiplerle dolu hapishanede danışmanlığa başlayan William, aynı zamanda deli bir bilim insanı olan babasının inşa ettiği gizli laboratuvarda zorlu bir yolculuğa çıkar.