Durmadan çalan telefon ile araladım gözlerimi,biri kolumdan tutup zorla çekiyormuş gibi hissettirmişti bu ses. Kaşlarımı çatıp komodinin üstündeki telefona uzandım. Minho arıyordu, saate baktığımda henüz 14 olduğunu görmüştüm. Derdi neydi sabah sabah?
"Efendim?"
"Bara gel hemen."
"Ne oldu?"
"Hyunjin barı satacağını söylüyor."
1 gün önce
Sessizliğin huzurunda dinleniyordum, kaçıncı olduğu bilmediğim şişeyi kafama dikip aklımda çalan şarkıyla eşlik ediyordum, dışarıdan deli gibi mi görünüyordum? Önemli değildi, şarkıyı benim duymam yeterliydi.
Perdeler kapalı olduğundan, karanlıktı odam. Karanlığı seviyordum, siyahlar içinde olmak, herhangi bir parlamanın nereden geldiğini anlayacak kadar siyahta olmak... Göz gözü görmüyor olurdu bu oda da ama ben ezberlemiştim. Her şeyin yerini biliyordum.
Kırdığım şişenin tüm parçaları nerede onu bile biliyordum, karanlıkta kaybolmayacak kadar karanlığa aşinaydım.
Odamın kapısı açıldığında gözlerime hücum eden ışıkla kapattım gözlerimi. Rahatsız ediciydi. Işık gidene kadar kapalı tutarım sanıyordum ama öyle olmadı, ışık gitmedi.
Gözlerimi aralamak zorunda kaldığımdan karşımdaki kişiyi görmüştüm, bulanıkta olsa.
Chan kapıya yaslanmış beni izliyordu alay dolu yüzüyle. Siktiğim yüzü.
"Ne istiyorsun?" normal birinin bu kadar içip sarhoş olmaması imkansızdı ama ben olmamıştım. Ben alkol değil su içiyordum. Öyle alışmıştı bünyem.
"Zavallı kardeşim, ne bu halin?"
Sustum, konuşmak istemiyordum. Midemi bulandırıyordu bu adam. Bir de abim olacaktı? İroni falan olması daha komik olurdu, ancak değildi.
Çocuk Hyunjin'e şiddet uygulayan, ona bakmaktan kaçan bir adama abi demek ne kadar içtendi? Adam dediğime bakmayın, adamlığın a'sı yoktur onda.
Ölen abim olmasaydı bu kadar tutunur muydum hayata? Bu kadar değişir miydi intihar eşiğinden dönen Hyunjin? Bu kadar sevgiye tok olur muydum?
Olmazdım, belki şuan olurdum.
Abim yoktu, sevdiğim adam yoktu, en yakın arkadaşım bile bana katlanamazken kim vardı yanımda? Aynamdaki yansımam bile benden kaçarken kim kalmak ister ruhsuz bir adamla.
Yorgunum."Sana bir teklifim var."
İlgilenmiyordum, cevap vermedim. O ise kendi kendine devam etti. "Burayı bana sat, yurt dışına git. Seni burada tutan bir şey yok. İstediğin kadar para verebilirim." düşünmedim, düşünecek bir şey yoktu. Red'i satamazdım.
"Biliyorum burası senin evin gibi, ama abin yok, aşık olduğun kişi yok. Söylesene yalnızlıkta boğulmak mı istiyorsun? Oraya git, yeni bir hayat yeni insanlar. İstersen tanıma kimseyi. Tek başına yaşa, en azından burada olduğun kadar acı içinde olmazsın."
Sözleri öylesine rahatça çıkıyordu ağzından, ilgilenmediği her halinden belli oluyordu. Acınası. Bakışlarımı gözlerine çıkardım.
"Beni neden dövüyordun?" ,hep sormak istediğim buydu. Neden sevgiyi değil de nefretini bahsediyordu bana. Dudakları yukarı doğru kıvrıldı, "Bilmem, canım istiyordu. Sen ve o iyimser abin damarıma dokunuyordu." tipini siktiğim.
"Neden gittin? Bizimle olmak çok zor muydu? Abim hastaydı, ona bakardık."
Düşünüyordum, Chan da bizimle olsaydı belki abim daha mutlu olurdu. Belki çabuk iyileşirdi, sevgi iyileştirirdi. Yine güldü. O güldükçe ağlamak farz oluyordu bana, gülmek hakkımken.