Eğlenceli bir şarkı çalmaya devam ediyordu, gece yarısına daha yaklaşmıştı. İnsanlar delicesine, kendini kaybederek dans ediyorlardı.
"Rainbow alabilir miyim?" Sarhoş olduğu her halinden belli olan kadın bistroya yaslanmış Felix'e bakıyordu baygın bakışlarla. Felix tezaha yaklaşıp kadını süzdü, ters biri olmadığı kanısına vardığında arkasını dönüp, sade maden suyunu alıp kapağını açtı.
Kadın boş boş etrafa bakıyordu hâlâ, Felix bardağa maden suyu, limon ve biraz da tuz karıştırıp kadının önünde sürükleyerek gönderdi.
"Bu gece için yeterli bence, afiyet olsun."
Kadın baygın baygın güldüğünde Felix umursamadan işini yapıyordu. Bu gibi durumlarda sayısız kez karşılaşmıştı. Tezgahın altından çıkardığı bardakları hızlıca dizip hazırladığı kokteyli sırayla bardaklara döktü.
Seungmin de süslemesini yaptıktan sonra zile bastı, garsonlardan biri hemen gelip tepsiyi alarak locaya ilerlerken Felix diğer siparişleri hazırlıyordu. Bugün her zamanki gibi kalabalıktı, Felix alışıktı tabii bu duruma.
Bu sırada Minho ve Hyunjin, Hyunjin'in odasında oturuyorlardı. "Kavga mı ettiniz yine? Yüzünden düşen bin parça" dedi Minho sözlerine nazaran umursamaz yüz ifadesi ile.
Omuz silkti Hyunjin, "Ettik, her zamanki biz." Günün ikinci kahvesini dikmişti kafasına. Beyni tam olarak ayılmamış gibiydi ona göre. "Felix'i rahat bırak artık, her şey senin yüzündendi zaten." bir şey demedi Hyunjin.
Her zaman yaptığı gibi yine susmayı tercih etmişti. Susmaları ona birçok şey kaybettirmişti ama artık geçti.
"Odama bir kız gönder sonra da siktir git!"
Hyunjin'in sözü ile gözleri kocaman açılmıştı Minho'nun, bunu asla yapacak birisi değildi. "Ne saçmalıyorsun sen? Felix aşağıda farkında mısın? Sikik sikik hareketler yapıp pişman olma Hyunjin." dedi öfkeli çıkmasına özen gösterdiği sesi ile.
"Biz çoktan bitmişiz Minho, bunu kendisi söyledi!"
"Kim yüzünden acaba aptal! Hyunjin-", elindeki bardağı karşıdaki duvara fırlatıp susturdu Minho'yu. Başını iki yana sallayarak ayağa kalktı Minho, "Sikimde olduğundan değil sonradan ağlayıp, içip evime gelme diye uyarıyorum." diyerek çıktı odadan.
Alt kata indiğinde direkt bistroya ilerledi. Felix aynı tempoda çalışmaya devam ederken üzülerek baktı Minho. Yıllardır aşık olduğu genç Hyunjin aptalı yüzünden sürekli üzülüp duruyordu. Boğazımı temizleyerek sandalyelerden birine oturdu.
"Seungmin birini Hyunjin'in odasına gönderin" , dediğinde Seungmin elindeki bardağı düşürmüştü. Felix ise bir anlığına durmuştu, duyduğunu kafasının içinde tekrar edip sindirmeye çalıştı. Başını kaldırıldığında direkt ona bakan Minho ile göz göze gelmesiyle elindeki bardağı doldurmaya devam etti bakışlarını kaçırarak.
Seungmin işaret dili ile, "Ne demek birini gönder? Emin misin?" dediğinde başıyla onayladı sadece Minho. Pek konuşkan biri değildi zaten. Seungmin, Minho'dan onayı alır almaz Felix'in koluna dokundu.
Felix ona döndüğünde işaret dili ile konuşmaya çalıştı, ama biliyordu Felix yine içine atacaktı.
"İyi misin? İstersen konuşurum" dediğinde Felix başını iki yana salladı. Zoraki bir tebessüm edip göz kırptı Seungmin'e ardından işine döndü.
Ne yapacağını bilemeyen Seungmin ise Minho'dan yardım istiyordu ancak adamın umrunda değildi. Felix'e son kez bakıp Hyunjin'in yanına birini göndermek için locaya geçti.
Sabah dördün soğuğu içine işliyordu insanın. Gün henüz ağarmamıştı, bardaki kalabalık yarım saat önce azalmıştı. Şimdi ise sızıp kalanlar dışında kimse kalmamıştı.
Felix geceyi bitirene kadar nefessiz kalmış gibi hissetmişti. Öfkesi kadar sevgisi de tazeydi ilk günkü gibi. Gecenin nasıl bittiğini bilmiyordu, bedeni alt katta olsa da aklı, kalbi yukarıdaydı. Düşünmek istemesede düşünmeden edemiyordu.
Kaskını kafasına taktıktan sonra sürdü motoru ve dakikalar içinde gözden kayboldu. Ev ile bar arasında çok mesafe yoktu, bu yüzden hızlıca ulaşmıştı eve. Düşünmekten nasıl geçtiğini bilmiyordu zaten.
Motoru binanın otoparkına park ettikten sonra indi ve yukarı çıktı. Eve girdiğinde kaskı ayakkabılığın üstüne bırakıp ceketini astı, hiç bekkemeden nantota girdi. Üstündeki alkol sigara kokan kıyafetlerini çıkarıp makineye attı.
Suyu da ayarladıktan hemen sonra duşa girmişti. Küvette duş alacak keyfi yoktu, hali de. Kısa bir duşun ardından, bedeninin rahatlamış gibi hissediyordu artık kalbiyle zıt şekilde.
Mutfağa girip dolabı açtı Felix, neredeyse bomboş olan dolaba göz gezdirdi. Birkaç günlük portakal suyunu alıp kafasına dikti. Bugün sabah yediği sandviçten sonra midesine giren ilk yiyecekti.
Dolabı kapatıp odasına gitti bu defa. Uyumak istiyordu, çok yorgundu. Hem ruhen hem bedenen.
Yumuşak yastık taş gibi sert geliyordu şuan, gözlerini yummuştu ama uyuyamıyordu. Oflayarak doğruldu, tan yeri ağarmaya başlamıştı. Israrla kapanmak isteyen göz kapaklarına inat uyumadı. Kalktı yataktan.
Her gün aynı saatte beslediği minik kedinin sesini duyduğunda gülümsedi. Mutfaktaki mama tabağına mamayı doldurduktan hemen sonra kapının önüne çıktı. Bu apartmanın kedisiydi artık, herkes besliyor ve oyun oynuyordu. Şımarık tatlı bir kediydi.
"Şşt miyavlama herkes uyuyor, al bakalım mamanı" diyerek önüne bıraktı mamayı. Minik kedi hemen mamanın üstüne abandığında gülümsedi Felix.
Kapının pervazına yaslanıp oturdu, kedi iştahla mamasını yerken şimdi bir sigara olsa da içsem diye düşündü genç.
Gözü kediye takıldığında düşünmeye başladı yine hep düşündüklerini. Keşke tüm kedilere bakabilsem, hepsine bir yuva bulsam diye düşünüyordu. İçindeki merhamet gün yüzüne çıkıyorken duygusallığı da tutuyordu.
Gözleri dolmuştu, minik kedi mamayı bırakıp Felix'e sırnaştığında kucağına aldı hemencecik. Yumuşak tüylerini severken akmak isteyen gözyaşlarına engel olmadı.
Usul usul yanağı ıslanıyor yüreğine düşüyordu yaşları. Kalbindeki yangına yetmeyecek kadar kuruydu yaşları, kim söndürebilirdi ki zaten?
~
Oy ve yorum yapmayı unutmayınız
Olaylar çoook karışık
Neden yorum yapmıyorsunuz🥺
Diğer bölümler uzun olacak merak etmeyin
Behlül kaçoratti
