VEDA

706 61 54
                                    

VEDA

"Suya düşen kelebek."


GÜNLÜK: 14 AĞUSTOS 2013

Karanlık odanın bir köşesinde kalmış, açık kapıdan süzülen ışığın yalnızca ayaklarını ve sağ bacağının biraz üstünü aydınlattığı, kirlenen beyaz elbisesinin karanlığa savaş açtığı, yüzü görünmeyen on iki yaşındaki küçük kız çocuğuydu o. O an gölgeli yüzünde parlayan ela gözleri öfkeli, kırgın ve umutsuz bir ifadeyle bakıyordu bana. Kalbimi bir hançerin, her seferinde ilk defa saplanıyormuş gibi can yakarak delip geçtiğini hissetmiştim. Sarılmak istedim ona. Sıkıca sarılıp, geçtiğini söylemek istedim.

"Niye hala canın yanıyor? Öldün sen. Cesedin niye çürümedi?" aklımdan geçirdiklerim bunlar değildi, kelimelerin dudaklarımdan nasıl çıktığına anlam veremedim.

Gözlerindeki öfkenin büyüdüğünü hatırlıyorum, yüzünü buruşturmuştu. Başını ancak dikkatli bakan birinin görebileceği kadar eğdi ve kirpiklerinin altından bakarak konuşmaya başladı. "Bitti mi sanıyorsun? Yaşıyor dediğin insanlara bir daha bak! Gerçekten yaşıyorlar mı? Ruhunu bedeninden önce kaybedenler ölemezler."

Söylediklerine anlam vermeye çalışmıştım bir süre. Onun da varlığını daimi olarak hissettiğim boşluğa hapsolmuş olabileceği gelmişti aklıma. "Arafta kaldın..." diye fısıldadım yavaşça.

"Hayır," dedi öfkeyle. Onu anlamadığım için kızmış mıydı bana? Cevabın yine dehlizlerime gömülü olduğunu biliyordum. Bildiğim halde inatla kaçtığım için kızmıştı. "Ben senin her şeyi var eden zihnine tutsağım. Sen nasıl yaşamaya mahkumsan ben de senin zihninde var olmak zorundayım!" diye bağırarak üzerime gelmeye başladı. Korku dehlizlerime işlemezken, suçluluk derin bir kuyu açmıştı sanki yüreğimde. Becerememiştim.

"Serbest bırak beni!" Acı birikmişti gözlerinde. Kendine sığınmayı öğrenen kız çocuğuydu o, gerekirse kendinden bile saklanırdı. Saklanmıştı da... O an gerilere ittiğim gerçeklik en yaralayıcı haliyle karşımdaydı. Şimdi gözümün önüne geldiğinde bile hisler ağırlaşıp sırtımda bir kambur oluyorlardı. Canı yanıyordu. Canım yanıyordu.

"Sen gerçek değilsin. Uyandığımda zaten yok olacaksın." Kendimi buna inandırmak kolaydı. Tek sorun rüyada olmamamdı.

"Ben hep senin zihninde olacağım. Bana acı çektirmek hoşuna mı gidiyor?" Gerçek ile hayalin arasındaki o ince çizgiyi kaybettiğim günden beri soruyordum bunu: Acının üzerini örterek derinlerde çüremesine izin vermek hoşuma mı gidiyordu?

"Hayır. Böyle düşünmekten vazgeç." Vazgeç ki biraz daha idare edebileyim.

"Ben değil, sen düşünüyorsun. Serbest bırak beni."

"Deniyorum."

"Deneme. Yap! Ben bunu hak etmedim."

⭕✴⭕

Ellerim uyuşmuş. Bileklerimde kanlı sargı bezleri. Parmaklarımın uzandığı yansımam, ölümün kıyısından dönmüş, yaşamı reddeden bir ruhun garip gölgesi. Titriyor ellerim, ardından omzuma doğru kasıldığımı hissediyorum.

Ben bunu hak etmedim.

Çığlıklar beynimde susmuyor. O, on iki yaşındaki kız çocuğunun hıçkırıklarını duyuyorum sürekli.

Serbest bırak beni.

Becerememiştim. Zifiri karanlığın içinde tırmaladığım duvarlar gibi yapamadığım düşüncesi, beynimi o acımasız sert duruşuyla yıkmak adına her darbede kanatıyordu.

Bir cinnet anının ardından kalan yıkıma bakıyordum sanki. O cinneti geçiren bendim. Beynimin içi boşluk hissi ve dehşetin havada uçuşan küllerinin karıştığı bir okyanus gibiydi, siyah ile beyazın karışması gibiydi. Birini öldürmüştüm, birileri ölmüştü. Ölen bendim.

Hiç bitmeyecek bir kış vardı şimdi tenimde. Zihnimde dinmeyen kasırgalar... Gözlerimden okunan acıdan çok daha fazlası vardı ruhumda. Dehlizlerimden fırlayan ve "Öldür anılarını!" diye bağıran o sese inat aynanın önündeki kaleme gitti titreyen elim.

Aynadaki yansımam karardı. Zihnim bana oyun oynamaya başladı; evimdeydim. Gerçekten ait olduğum yerdeydim. Odamın kapısının eşiğinde yere yığılmıştı bedenim. Gözlerimi kırpıştırdım ama gitmiyordu görüntü gözlerimin önünden. Etrafa baktım. Belirgin olan tek şey yere serilmiş halılardı ama onların üzerindeki desenler bile hafızamı terk etmişti. Çerçevelerin içindeki resimler buğuluydu, unutuluyordu yüzler. Zamanın silgisi ait olduğum yere de işliyordu, geçmişim adım adım siliniyordu. Düşündüğümün aksine yalnızca geleceğim değil, geçmişim de elimden alınıyordu ve ben hiçbir şey yapmıyordum.

Acıları inkar etmek, anıları inkar etmek demekti; acıları inkar etmek, benliğini inkar etmek demekti. Üstünü örtmek, direnmek değildi, geçmişi silmekti. Ben geçmişimin silinmesine izin veriyordum.

Şimdi bir yerden başlamanın vaktiydi. Kalemi avucumda sıktım. Aynadan uzaklaştım. Kitaplıkta bulduğum soluk, eski defteri masanın üzerine koydum ve ilk sayfasını açtım.

Öncelikle kim olduğumu bu sayfada hep görmeliydim. İlk satırlarımı özenle yazdım. Bu, acılarımı sarmaladığım ilk gündü. O gittiğinden beri kanayan yaraları tenimle örttüğüm ilk gündü. Zihnime karşı ilk zaferin kanıtıydı bu yazı. Ben bir başkası değildim;

BEN LEYLA KAVASOĞLU.

ŞİMDİ HER ŞEYE EN BAŞINDAN BAŞLIYORUM.

VEDA: AKALLABÉTHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin