Herkese merhaba, buraya ilk kez kurgum dışında kendimle alakalı bir şeyler yazacağım ve epey heyecanlıyım. Bu yazdıklarımı kimler okuyacak bilmiyorum ama okuyanların çoğunluğu arkadaşım olacak, bunu iyi biliyorum. Ben de zaten en iyi yakınlarımla konuşabiliyor, kendimi yalnızca yakınlarıma güzel bir şekilde ifade edebiliyorum. Yaklaşık olarak 5 yıldır kendimce bir şeyler yazıyor, günün birinde bu yazdıklarımı başkalarına okutabilmenin hayalini kuruyorum. Umarım günün birinde başarırım, tam da istediğim gibi birilerinin hayatına dokunmayı başarırım. Uzun lafın kısası... Okuduğunuz için çok teşekkür ederim, iyi ki varsınız. <3
⭐️
"Geçmişinde yarım kalan, geleceğinde tamamlanmak için geri dönecek; yok olurken yok etmek, senin için kaçınılmaz bir gerçek."
⭐️
Bazı şeyler, olması gerektiği için olurdu.
O sırada anlayamazdık bunu, durup da doğru düzgün düşünemezdik; belki kaderimize günlerce hiç durmadan söver, kendimizce isyan ederdik. Kendi istediğimiz olmadığı için günlerce kendi kendimize acı çektirirdik ancak şunu da bilmeliydik, o bazı şeylerin olması bizim için iyi olandı. Çünkü onlar, bize hayatımızın en iyi versiyonunu yaşatırdı. Biz bunun farkında olamasak da bu hep böyleydi, hep de böyle olacaktı. Kötü günler, daha kötüsünün yaşanmaması için yaşanırdı.
"Alev," dedi Han. "Sakin ol ve arabadan çık, buradan uzaklaş."
"Ne?"
"Çık ve uzaklaş," diye tekrarladı.
Gözlerimi, Suskun'un gözlerinden bir an olsun ayıramazken söylenenleri anlamıyordum.
"Alev," dedi yeniden. "Ambulansı aramışlardır, biraz sonra polisler de gelir. Gitmen lazım."
Ardından kapıyı açıp arabadan indi ve benim olduğum tarafa gelip benim kapımı da açtı. Daha sonra elimden tutarak beni kendisine çevirdi, dakikalardır Suskun'un gözlerinin içine baktığım için onun mavilerine tutunan göz bebeklerimin titrediğini hissettim. Bu sırada Han, beni aceleci olmayan hareketlerle arabadan çıkardı, kaldırıma oturmama yardımcı oldu. Başımıza toplanmış insanlardan biri bana su uzattığında Han, sorgulamadan şişeyi aldı ve kapağını açıp bana içirdi.
"Sakin ol," diye tekrarladı şişeyi benden uzaklaştırdığında.
Parmaklarım, sol gözümün altındaki dövmeme bilinçsiz bir şekilde uzanırken ellerimin zangır zangır titrediğini fark ettim. Abartıyor muydum, bilmiyordum fakat üst üste gelen ölümlerin bu tarz etkilerinin olması artık beni şaşırtmıyordu. Ölüm korkutuyordu beni, duymak bile kalbimin hızlanmasına yetiyordu. Buna gözlerimle şahit olmaksa kaldıramayacağım türden bir durumdu.
"Git," dedi Han, tamamen kendime geldiğimde. "Polisler senin de başını ağrıtacak yoksa."
Başımı iki yana salladım, daha önce onu yalnız bırakmış olsam da ikincisi olmayacaktı.
"Her halükarda ağrıtacaklar zaten," derken yaklaşan siren seslerini duyuyordum, kendimi biraz sonra olacaklara hazırlamak için ayaklanmaya çalışsam da olmadı. "Parmak izlerinden dolayı."
Han ise tek kelime etmeden beni ayağı kaldırdı.
Etrafımızdaki kalabalık gittikçe artıyordu, Suskun'u görenler şok içinde olan biten hakkında bir fikir sahibi olmaya çalışıyordu ve sesler yükseliyordu. Arada benle Han'a ayrı ayrı ne olduğunu soranlar olsa ikimiz de olanlara tamamen hâkim olmadığımızdan hiçbirine cevap veremiyorduk ve bu, soranların daha da merak etmesine sebep oluyordu. Sonunda birkaç polis arabası hemen önümüzde durduğunda insanlar bizden uzaklaştı, bense dimdik duran Han'ın yan tarafına iyice sindim. Ateş ve Neslihan'ı gördüm bu sırada, Neslihan bize doğru geliyorken Ateş arabanın ön camına yaklaşmıştı. Neslihan'ın attığı bakışlar pek hayra alamet olmasa da derin nefesler aldım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MATEMİN ÇAĞRISI
Teen FictionÇünkü biliyorum. Gün gelir, inançlarımızı üstüne çatı yaptığımız o ev başımıza yıkılır; altından çıkamayız. O sırada anlarız da kaburgalarımızın doğuştan kırık olduğunu, hiçbir şey yapamayız. Sen hiç yuvanın enkazına bakarak ağladın mı? Ben ağladım...