"Eğer giden de kalan da sensen ve günün birinde dönmek istersen, kendini nasıl yüzüstü bıraktığını hatırla. Çünkü senin zararın kendine, senin zararın sadece kendi benliğine."
⭐️
Bazen acıyı görmezden gelmek gerekirdi.
Hiç olmamış gibi davranmak ve belki de kendini buna gerçekten inandırmak... Çünkü bir diken deriye batmışsa bir kez, çıksa da geçmezdi acısı; hissettirdiklerinin sonu gelmeyecekmişçesine yakardı canı. Ağlayıp sızlanırdın ve yeter, derdin fakat yetmezdi. Acı gittikçe büyürdü, kurtuluş şansını dikeni olduğu yerden çıkarmaya çalıştıkça kaybederdin. Oysa bu sırada yapman gereken tek şey, daha da büyük bir acıyı göğüslemekti. Böylelikle dikenin acısını kafanda bitirebilirdin.
Ya da kafayı bitirebilirdin. Olduğu gibi, öylece yok edebilirdin.
Tercih senindi. Tercih, her zaman yalnızca senin ellerindeydi.
"Geldik," diyerek ayaklanan Han, ayağı kalkmama yardım etti.
Dedemi kaybedişimin üstünden yalnızca 2 gün geçmişti ve şimdi Ankara'dan da uzakta, limana yavaş yavaş yaklaşmakta olan eski bir vapurdaydım. Mezarlıktan eve Han ile birlikte dönüp de bir süre Ankara'da olmayacağımı amcamlara söylediğimde buna ilk karşı çıkan halam olmuştu fakat bunu önemsememiştim. Halamın hayatımda bir yeri yoktu, nasılsa bunu kendisi istemişti ailemi kaybettiğim günlerin başında. Babama neden o denli öfkeli olduğunu bilmesem de ölmüş kardeşinin arkasından sarf ettiği o sözler, bizden nefret ettiğini söylemeleri hâlâ kulağımdaydı.
"Sana sormadım," demiştim bu yüzden halama. "Amcamla konuşuyorum."
Amcam ise başta karşı çıksa da Han'la konuştuktan sonra nasıl olduysa izin vermişti.
Gerçi ondan da izin alma niyetinde değildim yanlarına gittiğimde, tek istediğim haber vermekti çünkü zaten yokluğumun hiçbirini kötü anlamda etkilemeyeceğinin farkındaydım. Aksine onlar kendi acılarını yaşarken bir de benimle uğraşmak zorunda kalmayacaklardı, bundan dolayı belki de mutlu olmalılardı. Uzun bir süredir dedem dışında kimse benimle hiç uğraşmamıştı da zaten.
Şimdi de pek bir şey değişmeyecekti hayatlarında.
"Sena," demiştim gergin bir vedalaşmanın sonunda. "Kıyafetlerinden birkaç parça..."
Sözümü bitirmeme gerek kalmadan ne istediğimi anlayan kuzenim, birkaç dakika içinde yukarı çıkıp küçük bir çanta hazırlamıştı bana ve ardından Han ile birlikte evden çıkmıştık. Artık evim diyemediğim bu evden uzaklaştıkça ellerimin titreyişi de artmıştı ancak önemli değildi. Burada kaldığım sürece gözlerimi dedemin yokluğuna açıp akşamları yeniden yalnızlığımla kapatacak, aldığım her nefeste bir başıma kaldığımın farkına varacaktım; biliyordum. Çünkü kaybım yeni bile denilemeyecek kadar tazeydi. Eğer şimdi evden uzaklaşırsam dedem, kafamın içerisinde o evde yaşamaya devam edecekti bir süre daha. Çünkü küçükken de öyle olmuştu, hatırlıyordum.
Dedem, ailesini Ankara'da bırakıp da benimle birlikte Almanya'ya taşındığında annemlerin ne yaşanırsa yaşansın eski evimizde yaşamaya devam ettiğini, yalnızca benim bir süreliğine uzakta yaşamam gerektiğini düşünmüştüm içten içe. Kafamda onları yaşatmaya devam etmiş, o geceyi bir daha hiç dile getirmemiştim. Şimdiyse aynısını dedem için yapabilirdim. Yalnızca çocukluk arkadaşımla küçük bir tatile çıkıyordum, geri döndüğümde kapıyı dedem açacaktı bana; bir kez daha saracaktı kollarını boynuma, okşayacaktı belki de saçlarımı yavaşça... Çok sevecekti beni.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MATEMİN ÇAĞRISI
Teen FictionÇünkü biliyorum. Gün gelir, inançlarımızı üstüne çatı yaptığımız o ev başımıza yıkılır; altından çıkamayız. O sırada anlarız da kaburgalarımızın doğuştan kırık olduğunu, hiçbir şey yapamayız. Sen hiç yuvanın enkazına bakarak ağladın mı? Ben ağladım...