Mekandan çıktım çıkalı Berra'nın sinsice alttan alttan beni Barış'a yamamaya çalışmalarını dinliyordum. Üstümü başımı Balotelli edasıyla çıkarıp o dağ ayısına değil gönül vermek günahımı bile vermem demek istiyordum ama tahmin edersiniz ki bu sebepsiz düşmanlığımın bir sebebi olacağından sorguya alınacaktım. Üşeniyordum.
Kerem, Berkan ve Eyüp tatlı insanlardı ama bir daha görüşeceğimi zannetmem. Sürü gibi geziyorlardı zannımca ve benim Barış'a katlanma limitim çok çok on dakika falandı.
"Daldın gittin noluyor Zuzu"
Omuzlarımı silkerek başımı cama yasladım. Bu şehirde insanı yoran bir şey vardı. Normalde at gibi koşar bana mısın demezdim ama şimdi tabiri caizse üstümden tır geçmiş gibi hissediyordum. Bunda Barış'ın etkisi de olabilir tabii koca vücuduyla beni resmen hapsetmişti masaya.
Yolu izlerken eve geldiğimizin farkına varmam biraz normalin üstünde olunca Berra arabayı durdurduktan sonra koluma dokundu hafifçe.
"Zuzu iyi misin sen?"
Sorusunu inandırıcı olduğuna inandığım bir gülümsemeyle "yorgunum" diyerek geçiştirdim. Sahiden yorgundum sanırım.
"Ee hadi görüşürüz o zaman işlerim var şimdi gideyim akşam uğrarım belki"
"Tamam berom git sen, akşam haberleşiriz"
Klasik kız vedalaşmasını yaptıktan sonra arabadan kaçarcasına inip binaya doğru koştum.
Nefret ediyordum bu şehirden garipti işte havası. Annemin güllacını özlemiştim hem.
Apartmanın kapısını aralayıp olabildiğince yavaş hareketlerle merdivene yöneldim. Adım attıkça farklı bir anı istila ediyordu beynime. Sanırım regl olacağım duygusallığımın nedeni bu.
Yukarı doğru bir adım daha atıp çantamı sıktım gergince. Bazen hislerim çok kuvvetli olurdu ,gereğinden fazla kuvvetli. Merdivenleri çıkarken hissettiğim iç karartıcı ürperti yüzünden korkmaya başladım.
Kendime bir sorun olmadığına dair telkinler vermeye kalkışmış ama burnumun dibinden koşarak aşağı doğru kaçan bir adam yüzünden tüm düşüncelerimi silmiştim.
Gözlerim korkarak elinde tuttuğu şeyden yere damlayan kan izlerini buldu. Adam gitmişti ama kan izleri duruyordu. Adam yüzünden belki yukarı katlarda biri de gitmişti.
Kalmak ve gitmek arasında ne denli bir uçurum olduğunu hayatım boyunca hiç bu kadar hissetmemiştim.
Yukarı doğru bir adım attım, bir tane daha, bir tane daha...
Açık bir kapı buluncaya dek adım attım. Belki de kapalı bir kapının arkasındaydı her şey ama ben yine de adım attım.
Hafif açık bir kapı girişinde gördüğüm kan izleriyle o ana dek farkında bile olmadığım hıçkırıklarımı keserek emin olmak istercesine kapı numarasına baktım dairenin.
12 numara...
Oya abla...
Taşındığım ilk gün karşılaştığımda bir çırpıda hayatını öğrendiğim Oya abla. Eski eczacı, ölümüne pişman olduğu evliliğinden olan bir oğlunu lösemiye kaybeden Oya abla. Kapıma şekerini fazla kaçırdığı kekle gelen Oya abla. İki defa gördüğüm lakin kırk yıldır tanıyorum gibi hissettiğim Oya abla.
Kapıya yanaşmaya bile cesaret edememiştim ben Oya abla o acıya... Allah'ım bir insan nasıl?
Kapıya yanaşmadan önce korkuyla, annemin zorla telefonuma kayıt ettirdiği ama kullanmayacağıma emin olduğum Barış'a yazdım. Gelir miydi bilmem ama benim o dakika aklıma polisten önce gelmişti.
Hafif aralık kapıya yanaşıp cevap almak ümidiyle sanki çaya çağırıyormuşum gibi aptalca "Oya abla" diye seslendim.
"Burdayım kurtarın beni"
Ölmemiş. Üzerimden atamadığım korkuyla içeri koşarak girdim. Başını koltuğa yaslamış inleyerek nefes alıp veriyordu. Gözlerim yarasının nerede olduğuna baktı korkuyla. Kan karnından geliyordu.
"Ambulansı arıyorum abla iyi misin?"
Cevap verecek halde değildi ben de cevap istemiyordum zaten.
Yarım saat sonra
Polislerin ve sağlık ekiplerinin arasında korkuyla köşeye sinmiş Barış'ı bekliyordum. Yaşadığım şey beni yormuştu tanıdık bir yüze ihtiyacım vardı.
"Zuzu"
Kapının girişinde duyduğum sesle kendime bile inanmadığım bir kuvvetle koşarak Barış'a sarıldım.
"Barış Oya abla öldü diye çok korktum. Kan vardı Barış"
Sıkıcı sarmıştı beni bıraksa düşerdim zaten. Kollarının arasında çırpınıyordum. Konuşmak isteyen polislerin karşısında dilim tutulmuştu ama Barış'a anlatmak istiyordum.
"Barış ben çok korktum"
"Yanımdasın korkma"
Ağlamaktan gidikleşen beynimle hıçkırarak başımı kaldırıp "o yanındayım olmayacak mı?" Diye sordum.
"Genelde sen benim yanımda olursun zuzu. Ben yanında olmak istemem ama kaçamam da senden. Hayatı zindan edersin bana sonra ilk korktuğunda kollarıma koşarsın bana ağlarsın"
Geri çekilerek" istemiyor musun beni Barış ağlıyorum zaten ama zaten zaten Barış ağlıyorum" dedim. Ağlamaktan perişan olduğumdan olsa gerek salak saçma şeyler yapıyordum şokla.
Üzüldüğümde ya da korktuğumda kelimeleri çok tekrar ederdim istemsiz hoşlanmazdı bundan. Yüzünü buruşturarak "Ağlama zuzu ne yapayım yani şimdi"
Bir adım daha geri çekilerek tekrardan "istemiyor musun beni Barış" dedim.
Hıçkırıklarım artacakken kafamın üzerine kondurduğu ufak bir öpücüğün ardından beni sertçe kollarının arasına çekmesi de bir olmuştu.
"İstemezsem vurursun"
"Yani"
"İstiyorum zuzu oldu mu çok istiyorum"
...
Garip bir bölüm oldu ama bu çifte böyle ani maceralar yakınlaşmalar uzaklaşmalar yakışır dedim
Umarım beğenirsiniz
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yazması Oyalı / Barış Alper Yılmaz
Fanfiction"Hah yazman da oyalı, köyden indim şehire falan mı çekiyoruz hayırdır"