"Karım çiçek ver dedi, kadına veriyorum ben. Sana ne lan?"

İkisi de bana döndüğünde alıpta almamak arasında gitti geldi bakışlarım. "Kibar kibar konuşuyorken al şunu." diye tekrar uzattı çiçeği. Mecbur aldım ama bir yandan da yapıştım Ali'nin eline. İlk defa sinirli görüyordum ve maskesine rağmen rahatsız ediciydi. Kendini kastığı belliydi bir şey yapmamak için.

Bir şey demeden arkasını dönüp jipe gittiğinde, bizde arabamıza binmiştik. Ben önümdeki çiçek demetine bakarken o arkasına yaslanmış, sakin olmaya çalışıyordu.

Aynadan göz ucuyla bakıp hareket etmeye çalışan adamı gördüğünde hızlıca doğrulup arkasını döndü. Kendimi yapıştırdım koltuğa. Art arda vuruyordu elinde tuttuğu silahı adamın kafasına. Artık hareket yoktu ama durmamıştı.

"Ali..." diyebildim en sonunda cesaretimi toplayıp. Kan toplamış gözlerle, derin bir nefes vererek döndü bana. Birbirine bastırdım dudaklarımı. "Sakinleş."

Cevap vermeden önüne döndüğünde çalıştırdı arabayı. Bir çırpıda çıkarmıştı maskesini.

Yarım saat geçmişti ki "Neden aldın çiçeği?" diye sordu ışıklara gelince. Sesinde açıkça bir trip vardı.

"Adamın değilmiş ki. Karısı demiş. Kurye gibi düşün adamı işte." dediğimde sakinleşmesini bekliyordum ama daha da parladı.

"Sikerim adamı da kuryesini de! Sen lale seversin üstelik, ne bu böyle beyaz beyaz, bomboş ot. Atalım bunu." dediğinde tam çiçeğime uzanıyordu ki kendime çektim buketi. Ben nasıl onun sinirlenmesini beklemiyorsam o da çiçeği çekmemi beklemiyordu.

"Niye atıyoruz ya?" dedim iyice kendime çekerken. Adam yavaş yavaş ayıldığında tekrar arkasını dönüp yumruğu geçirdi yüzü kapalı adama. Tekrar düşmüştü başı adamın.

"Yabancı çünkü." dediğinde "Karısı yabancı değil." dedim hemen.

"Adını bile bilmiyorsundur." dediğinde "Zehra." dedim hemen. Zeliş miydi yoksa? Zeliha? Her neyse. Çiçek, çiçektir. Alınmış o kadar. Atamayız.

"Başka?" diye sordu gecikmeden. "Başka ne biliyorsun?"

"Bebekleri var. İki tane..."  Başka da bir şey bilmiyordum. Ofladım en sonunda. "Ne önemi var ya. Bak ne güzel şakayıklar."

"Neyler?" diye sordu anlamayarak. Türkçesi biraz kıttı. "Çiçekler işte. Alınmış bir kere, daha niye atalım?"

"Alırım ben sana aynısını." dediğinde omuz silktim. "Sende alırsın."

Siyah lensli gözlerini irice açıp kısa bir an bana çevirdi, ardından tekrar yola döndü. "Herkesin çiçeğini alıyor musun sen böyle?" Tatlı olduğu için gülmüştüm ama o buna daha da bozuldu. "Alıyor musun harbiden?" diye tekrar sordu.

"Saçmalama Ali ya. Ziyan olmasın diye aldım bunu." diyip çiçeklerin yaprakları ile oynadım. Yumuşak bir dokusu vardı.

Arabayı kırdığı yerde kaldırdım başımı. Evin yakınında bile değildik. Çiçek satıcısı bir çocuğun önünde durmuştuk. "Çocuk!" dedi esmer çocuğa hitaben. Penceresini iyice açmıştı. Arkada kalan baygın adama gitti gözlerim. Fark edilebilirdik. Bu nasıl rahatlıktı?

"Lale var mı? Sarı olanlardan?" diye sorduğunda çocuk sepetini kaldırdı. İçinde sadece kırmızı karanfiller ve pembe birkaç gül kalmıştı.

"Hepsini ver." dedi torpido gözüne uzanırken. Ben iki koltuk arasına geçmiş, olabildiği kadar esniyordum çocuğun görüş açısını kapatmak için ama o rahatça hareket edebiliyordu. Bu rahatlıkla bunca yıl nasıl yakalanmamıştı?

Cüzdandan bir tomar para çıkarıp çocuğa fazlasıyla verince, sepeti de topluca almıştı. Önüme çiçekler konulduğu an elimdeki şakayıklar alındı. Ben yetişemeden vermişti çiçek demetini çocuğa. "Al bunları da satarsın. Ziyan olmasın." dediğinde teşekkür eden çocuğa rica edip arabayı çalıştırdı.

"Niye verdin ya çiçeklerimi?" diye sızlandım. Duymamazlıktan geliyordu. Hiç çekmedi gözlerini yoldan. Dürttüm kolunu sertçe "Şttt." diye. Yine ses yoktu. Bayağı geçirdim elimi koluna. "Kime diyorum, Ali!"

"Ne olmuş?" dedi en az benim kadar sinirle. "Ziyan olmasın diye almışsın, verdik çocuğa satsın, ekmeğini kazansın işte."

Sinirle kuruldum yerime. Sinir bozucuydu işte.



×××××

Üzgünüm, kısacık ama hemen yazıp atayım dedim ne yapayım. Ona göre gelecek bölüm de hızlı gelir hem.

Tyt çalışmaya gideceğim, yıldıza basmayı unutmayın. Öpüldünüz<3

Kod Adı: LEHEPМесто, где живут истории. Откройте их для себя