"Çünkü bazen onun gözlerine bakıyorum ve orada bizden bir iz görüyorum."
~
Lalisa Manoban ve Jeon Jungkook, aylar önce ayrılmıştı. Ve hayatlarında birçok şey değişirken eskisi gibi kalan tek şey, birbirlerine olan hisleriydi.
~
"Yapmamam gerekirken...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
and i get the feeling that you never need me again.
11.Bölüm
Uykuya dalar gibi aşık oldum, yavaş yavaş ve sonra bir anda.
Aşık olmak, sevmek ve sevilmek bir rüyada olmak gibiydi.
Rüyamın bitişi, sandığımdan erken oldu.
Uçurumun kıyısından düşer gibi uyandım, korkuyla, bir anda.
Aşık olmak kabussuz bir uykuydu ve ayrı düşmek uykusuz tüm gecelerdi. Jungkook'u sevmek, onu düşünmek, onu özlemek bana sayısız uykusuz gece vaat ediyordu. Önce rüyam bitmiş, sonra uyanmıştım.
Her gece o uçurumdan tekrar düşüyordum şimdi.
Gözlerimi kapatıyor, yatakta saatlerce dönüp duruyordum. Bedenim yorgun düşüyor, zihnim uykuya düşmüyordu. Bana söylediklerini aklımdan çıkaramıyordum. Bana, ondan uzak durmamı kolaylaştırmayacağını söylemesini, ellerinin bedenime sarılışını, yüzlerimiz arasında azalan mesafeyi ve dudaklarımda hissettiğim nefesini aklımdan çıkaramıyordum.
Üzerinden geçen yaklaşık bir haftada bu anları düşünmediğim tek bir dakika bile olmamıştı. Jungkook da söylediğini yapmış, hiçbir şeyi benim için kolaylaştırmamıştı. O gece babamın gittiğinden emin olduktan sonra bizi eve bırakmışlardı ama Jungkook sabah James okula giderken, akşam ben eve dönerken hafta boyunca etrafımızdaydı. Konuşmuyor, yalnızca bakışlarını üzerime dikiyordu ve bakışlarındansa, konuşmasını tercih edecek seviyeye gelmeme çok az kalmıştı.
Bana bakıyordu ve gözlerinde, bana konuşmam için direten, konuşmamı beklediğini her an hatırlatan, beni hala seven adamı görüyordum. Keşke görmeseydim çünkü onu gördükçe, konuşmak isteyen yanım içimde can çekişiyor, kelimeler dudaklarımdan dökülmek isterken buna izin vermeyişimle cam kırıklarına dönüşüp ağzımı kanla dolduruyorlardı. Ona bakmak ve ona bakarken susmak zordu.
Profesör Jung tahtaya yansıtılan slayttan ders anlatmaya devam ederken dağılan dikkatimle önümdeki not kağıdını karalıyordum. Ve aklımdan yalnızca geçirdiğimiz bir hafta geçiyordu.
Yanımda oturan Roseanne de dikkatini veremiyor gibiydi. Gözlüğünü iki dakikada bir çıkarıyor, elleriyle şakaklarını ovuşturuyordu. Yorgun görüntüsünü yüzündeki tatlı makyaj gizleyemiyordu. "İyi misin?" diye sordum fısıltıyla. Bana bakarak gülümsedi, başını salladı ve "İyiyim," diye fısıldadı. "Biraz başım ağrıyor sadece."
Dersin bitmesine az kaldığından, dersten sonra onun için ağrı kesici bulabileceğimi söyledim ancak iyi olduğunu, ağrı kesiciye ihtiyacı olmadığını söyledi. Sessiz kaldım, ısrar etmedim ama tabii ki de ağrı kesici bulacaktım.