Kendimi düğününe hazırlanan bir damat gibi hissediyordum. Nedeni oldukça açık aslında fakat olsun, belki kafası karışık olan birileri anlamayabilirdi sonuçta.
Jungkook'la beraber gideceğimiz mezuniyet balomuza hazırlanıyordum şu anda. Aslında beraber hazırlanacaktık fakat Jungkook'un fizik tedavi seansı olduğu için o hastaneden sonra direkt eve gidip vakit kaybetmeden hazırlanacaktı. Benim yanıma gelirse duşunu da bizde almak zorunda kalacağı için vakit kaybedeceğimizi düşünmüştü. Haklıydı. Yani mezuniyete belki geç kalabilirdik ama ben bunu kayıp zaman olarak algılamıyordum, orası ayrı.
Bir takım elbise giyinmek yerine keten gömlek pantolon giyinmeyi tercih etmiştik ikimiz de çünkü hava sıcaktı. Ceketlerin içinde boğulmak istememiştik. Uyumlu giyinecektik. Böyle şeyleri normalde önemseyen biri değildim fakat bunu kendisinin teklif etmesi elbette tatlı gelmişti ve ben de kabul etmiştim hemen. Ayrıca her ne kadar ilişkimiz artık duyulsa da Jungkook'un dönüşünün ardından ilk defa toplu olarak tüm okul arkadaşlarımızın yanında birlikte görünecektik. Bu yüzden de hoş olabilir diye düşünmüştüm.
Yüzüme hiçbir şey sürmemiş, sadece bir nemlendirici sürmüştüm. Çünkü eğlenecektik ve deli gibi terleyecektik. Bu yüzden başta yüzüme bir ışıltı gelsin istesem de sonradan vazgeçmiştim. Zaten bakışlarım yeterince ışıltılı olacaktı.
Üzerimi giyinip saçlarımı da hafiften şekillendirdikten ve sabitledikten sonra parfümümü sıkmıştım. Tamamen hazır olduğumda Jungkook'u görüntülü arayarak mutfağa doğru ilerlemiştim.
"Hayatım?"
"Canım" demiştim hemen ekrana bakarak. "Hazır mısın? Ne durumdasın?"
"Hazır sayılırım. Sadece üstümü giyineceğim. Sen?"
"Ben hazırım. Şimdi yolda ne atıştırabiliriz diye bakıyordum"
"Tamam güzelim. Ben giyindikten sonra direkt çıkarım, alırım seni. Bu maksimum yarım saate oradayım demek"
"Tamam. Acele etme. Dikkatli gel"
"Öpüyorum seni"
"Ben de seni"
Telefonu kapattıktan sonra derin bir iç geçirmiş ve dolapta bulduğum çikolatalı sütlerden birini alıp oturmuştum sandalyeye. Ev boştu. Her zamanki gibi. Evdeki tek sesin Jungkook olmasına alışmıştım aslında. Annem ya da babam geldiğinde garipsiyorum bile diyebilirdim. Onları sevmediğimden değil elbette. Sadece beni fazla ihmal etmeleri iyi hissettirmiyordu doğal olarak.
Jungkook bu boşluğu hem fiziksel hem de ruhsal olarak dolduruyordu. Elbette bir anne ya da baba gibi olamazdı. Ama yine de beni özellikle de kazadan sonra hiçbir zaman yalnız bırakmayışını düşünürsek kapladığı alan asla göz ardı edilemeyecek kadar büyüktü.
Ne garipti, değil mi? Bir zamanlar sadece aptal bir liseli hırsı yüzünden takılmak istediğim çocuğun hayatımın çoğuna yayılması, beni ellerinin arasına alması çok garipti. Bir gün aşkı bulabileceğimi biliyordum fakat bu kişinin Jungkook olması, yaşadığımız ütopik şeyleri bile bir kenara bıraktırıyordu. Çünkü lütfen, o Jeon Jungkook'tu. Sadece Minhye'yle aynı seviyede görülen ve diğer kızların ulaşmak için can attığı, can atsa bile çekindiği o Jeon Jungkook'tu.
Gülmüştüm. Halime gülmüştüm. Yaşadıklarımıza gülmüştüm. Ona fark etmeden nasıl bağlandığıma gülmüştüm. Varlığına olan alışkanlığıma da gülmüştüm çünkü öyle ki, sanki onsuz nefes alırsam bile geri veremez, boğulurmuşum gibi hissediyordum.
-
Jungkook beni almaya geldiğinde onun için de atıştırmalık bir şeyler almıştım. Bugün pek vakti olmayacaktı, muhtemelen kahvaltı haricinde bir şeyler de yiyememişti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Slumber Party: taekook
Fanfiction"Me and your boyfriend playin' dress up in my house"