TW: Şiddet Tasvirleri, Geçmiş Karakter Ölümü
Siyah.
Uzun siren sesi.
Kırmızı.
Tekrar siyah.
Kırmızı.
Hiçlik.
Gözlerini aralayıp bu karanlıktan kurtulmak için elinden geleni yapsa da hiçlikten kurtulmayı başaramamıştı. Hareket etmeye çalışmadan önce derin nefeslerini düzenledi ve gözlerini karanlığa alıştırmaya çalıştı. Terden alnına yapışan saçlarını çekmek istese de nedenini anlamadığı bir şekilde ellerini kaldıramadı.
Geri dönmesine yalnızca bir şartla izin vermişlerdi. Nereye geri dönmesine? Hayır, biliyordu. Her şeyi daha net hatırlıyordu. 'Geri döndüm,' dedi kendi kendine. 'Soohee'ye burada olduğumu belli etmemek şartıyla.'
Aslında kafasındaki her şey anlam kazanırken bir anda hiçbir şey mantıklı gelmemeye başlamıştı. Artık her şey berraktı, cevapları biliyordu, bildiği cevaplar kadar sorusu da vardı...
Yeniden bedenini oynatmaya çalıştığında yanağını soğuk pürüzlü bir yüzeye sürttüğünü fark etti. Bu esnada geniş odada yankılanan kapı sesi kulaklarını adeta tırmalamıştı. Sağ omzundaki yükü hissederken kaşlarını çattı, göğsü sıkışıyordu. Ellerini yeniden kullanmaya çalıştığında bu kez bileklerinin sırtında bağlı olduğunu fark etti. Oturduğu sandalye ile birlikte yere çakılmış olduğunun da farkına vardığında bedenini sandalyenin sırtından ayırmaya çalıştı ve ayaklarını beton zeminde kaydırdı ancak başarısız oldu. Geçen birkaç günün anıları kafasında dönmeye devam ederken buraya getirildiğinden beri ne kadar zaman geçtiğini hatırlayamıyordu ancak bedeni çoktan güçsüz düşmüştü.
Karanlıktaki görüş açısına giren ayakların akabinde odada bulunan tek bir ampül parlak bir şekilde yandığında gözlerini kıstı. Önünde duran, uzun deri ceketli adam çömelip kendisine bakarken bir yandan arkasında ışığı yakan adama seslendi. "Hyung, sence de zamanı gelmedi mi?" Sonra yüzüne ciddi bir ifade takınıp sandalyeyi kaldırarak düzeltirken Minhyuk'un da hala sandalyede oturduğundan emin olmuştu. "Biz de seni bekliyorduk, 11 HT 29."
"Neden bahsettiğinizi bilmiyorum." dedi güçlükle. Neden bahsettiğinizi biliyorum, ama konuşmayacağım.
Arkada kalan adam ellerini kabanının cebine sokup yanına ulaştığında bakışlarını ona çevirdi ve Minhyuk tam bu anda onu aslında tanıdığını hatırladı. Bu adama güvendiği için bir aptal olduğunu düşünüyordu. "Ilhoon-ah ona zaman ver." Lim Hyunsik, sakince konuştuşunda Minhyuk onu izlemeye devam ediyordu.
"Sen..." dedi adının Ilhoon olduğunu öğrendiği adam. Sandalyenin sırtını tutup yüzüne yaklaşmıştı. "...bir ölüm makinesisin. Hyung, işini burada bitirsek olmaz mı? Nasılsa arkadaşları kendini öldürdüğüne şaşırmazlar."
"İleri gitme. Onun gibi güçlü biri işimize yarar." Lim Hyunsik onu sakince uyarıp boynunu gevşetti ve sözlerinin aksine paltosunun cebinden çıkardığı silahı Minhyuk'a doğrulttu. "Seni burada öldürsek dahi konuşmayacağını biliyoruz, asker."
"Söyledim." dedi Minhyuk zorlukla. "Bahsettiğiniz hiçbir şeyi anlamıyorum." Bunun için eğitilmişti, inkar işe yaramazsa susacaktı. Ancak anlam veremediği konu, bu iki adamın tüm bunları ve Alfa'da olanları nereden bildiğiydi. Beta'ya gönderilen ilk asker kendisi olmuştu, Yoon Soohee ikinci olmalıydı... Onlar da Alfa evreninden mi gelmişti?
Peki ya tüm bunların yanında Soohee güvende miydi?
Buraya getirildiğinden beri bu iki adam tarafından kendisine sorulan soruları tekrar hatırlamaya çalıştı. Yaklaşmayı sormuşlardı, görevi ve ne kadar hatırladığını... Komutan'ın yerini de...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
11HT29
FanfictionYeniden hiçlik. Siyah ve mavi. Kesik siren sesi. Kırmızı. Düşüş. Paralel evrenlerin varlığını ve onlara yolculuk etmenin bir yolunu bulan Alfa evreninin başarılı askeri ve takım lideri Lee Minhyuk görevlendirildiği Beta evreninde bildiği tüm doğrul...