1. KISIM
Yüzüm gökyüzüne doğru dönüktü. Karanlık sis, saydam bir perdenin arkasında duruyordu. Binlerce ruh, bu saydam perdenin kancalarına takılan iplerden sarkıyordu. Hayır, bunlar ceset değildi, sadece ben kafayı yiyordum. Doğrulup çığlık atmam lazımdı sanırım. Anlaşılan insan her şeye alışabiliyordu. Bunun iyi olup olmadığından emin değildim. Alışmak bazen tatsız oluyordu, çekilmez oluyordu.
Son birkaç dakikayı hatırlamaya zorladım kendimi. Marcus'un yanında, konseyin toplandığı salondayım. İblisler, haritalar, Kraliçenin kayıp kız kardeşi hakkında konuşuyorduk. Bir de şu oğlan vardı; annesinin savunduğu ama aslında haksız olduğunu bildiği.
İblisler... Az önce öldürdüğüm varlığın adı buydu ama o daha fazlasıydı. Midemi altüst eden bir şeydi. Lânet olsun. Yan dönüp midemdeki tüm şeyleri çıkardım. Tekrardan gökyüzüne baktığımda midem daha rahattı. Yaramın oluk oluk kan akıtması ve bunun giderek beni daha fazla ölüme yakınlaştırmasaydı gülebirdim.
Kahretsin! Tabii ki gülmezdim.
Parmaklarımı uğursuz yaranın üzerine koydum, acıyordu, üstesinden gelemeyeceğim kadar değildi. Derin bir nefes aldım, yavaşça verdim ve bir başka derin nefes alıp bu kez sertçe dudaklarımı hırpalamasına izin verdim. Her solukta şişen göğsüm sarsılıyor ve yaranın üzerine doğru tekrardan indiğinde açılan yaranın dudakları birinin değiyordu. Acı bu noktada biraz daha artıyordu.
Hayatım, kasabanın içinde dolanan acı bedenimi gözlerimin önüne getirdi. Oradaydım, yemek yapmak için arka bahçeden domates topluyordum. Eteğimin uçları yere değiyordu, kuru otların üzerinde, tüm dikenler kumaşa tutunurken sürünüyordu. Onları daha sonra kapı eşiğinde tek tek temizleyip öyle içeri geçecektim. Kız kardeşlerim içerdeydi. Sıcak şömine başında kıkırdayarak muhabbet ediyorlardı. İçeri girdiğimde seslerini biraz alçatılar. Bunu hep yaptıklarını yeni fark ediyordum. Sanırım kasabayı terk etmemin ve yeni şeyleri kovalamakta bu kadar heyecanlı olmamın sebebi, içinde yaşadığım evde bile yapayalnız olmamdı. Farklı diyarlar her zaman farklı umutlar ve farklı insanlar derdi Yolanda. Onun söylediği her şeyi sahiden de aklımın bir köşesinde sıkıca saklamışım.
Saray hayatıma beni taşıyan o sarsıntılı yolculuk şimdi gözümün önündeydi. Victor'un benim için çıkardığı kürkünü bana uzatırken dikkatlice yüzümü diktiği bakışlarına kadar her şeyi hatırlıyordum. Soğuğun o gece tenime işlemesine izin vermemesi hâlâ içimi ısıtan sıcak bir hatıraydı. Ona veda edememek beni üzüyordu.
Sonra bacağımı kaybetmiştim. Her şeyin o gün nasıl da son bulacağından emindim. Ah, demek böyle anlardan sonra bazen bir şeyler son bulmuyor. Senin farklı olman gerekiyor.
Ah, Marcus.
O hep aklımdaydı. Kasaba da, göz göze geldiğimiz o andan beri hep onu düşünüyordum. Kim olduğunu, ne yaptığını ve bana neler yaptığını düşünürken hep çok fazla vakit kaybediyordum. Bu sorularım cevap bulduktan sonra bu kez ne yaptığını, nelerden hoşlandığını ve bana ilgi duyup duymadığını ya da çekici bulup bulmadığını düşünmeye başladım. Aklımı ne kadar çok doldurduğunu ne zaman fark ettiğimi hatırlamıyorum ama beni delicesine rahatsız etmişti ve ben her şeyi bağın üstüne atıyordum. Böylesi daha kolaydı ve beni rahatlıyordu. Aşık olmak düşünecesi berbat değildi. Her nasılsa bana çok ince davranmış olmasına rağmen o olmasından rahatsızlık duyuyordum. Dürüst olmak gerekirse onu ne zaman kabullendiğimi hatırlamıyorum. Şimdi ben burada yalnız başıma ölürken ona, onu sevdiğimi asla söylemediğimi fark ettim ve bu içimi müthiş bir üzüntüyle doldurdu. Daha fazla anımız, yaşayacak zamanımız olmalıydı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ATEŞ ORDUSU | DÜZENLENİYOR
Fantasy© Tüm hakları saklıdır. Toprak sıcak, gökyüzü güneşsiz ve halk tedirgin. Yaşlı Orak'ın kehaneti kulağımda çınladı. Kuzgunların kanatları külden taşa dönüştü. Artık kurtuluş yok. Yeryüzü alev alacak. *** Geçmişte var olmuş ama asla doğruluğu teyit...