Düğün gecesi;
"- Peki ya siz ne dersiniz prenses? Ülkeler arasında ki savaşta kim haklıydı?"
Dış ülkelerden birinin elçisi olan yaşlı adam bana bu soruyu sorduğunda düğünümde niye siyaset konuştuğumu sorgulasamda siyasi fikrimi belirtme fikri çok cazip geldiğinden mutlu olmuştum.
Aptalın teki olan, adamın elçilik yaptığı ülkenin prensi konuşana dek tabii.
"- Tova, prensesler böyle şeylerden anlamaz. Güzel hanımın aklını boşuna çalıştırmayalım. Zihni elbiseleri ve süsleriyle yeterince doludur."
Prens, kırklı yaşlarda görünüyordu. Saçları ağarmıştı. Kahverengi gözleriyse çok nemrut bakıyordu. Aurasını hiç sevmemiştim.
"- Ne demek istiyorsunuz?" Çattığım kaşlarıma bakarak güldü.
"- Zihninizi ne dediğimi anlamaya çalışarak meşgul etmeyin. Biraz zor olur çünkü."
Bu adam bana gerizekalı mı diyordu?
"- Ne saçmalıyorsunuz be?!"
"- Sakin ol Gracelýnn. " Marlon'un uyarısıyla sinirle ona döndüm. Burada kendine çekidüzen vermesi gereken kişi ben miydim?
Marlon'la hava almak için bahçeye çıktığımızda prens ve elçiyle karşılaşmıştık. Etrafta bizden başka kimse yoktu. Aptal herif ağzını açana kadar seviyeli ve düzgün bir sohbet oluyordu konuşmamız.
"- Diyorum ki siz kadınlar böylesiniz. Aklınız süsten püsten başka bir şeye basmaz ama her konuda bilgili gibi hava atarsınız. Bilmediğiniz bir şeyden bahsedince nasıl da şaşkın balık gibi kalıyorsunuz ama?" Sözleri biterken öyle çirkin bir kahkaha atmıştı ki kusabilirdim.
Ne salak bir adamdı bu böyle!
Dişlerim sinirden kamaşırken prens, bahçeye yeni çıkan iki kadına baktı ve alayla konuştu.
"- Şunlara bakın. Bedenlerini gösterecek çıplaklıkta kıyafetler giymekten ve zengin erkekleri avlamaya çalışmaktan başka bir amaçları yok. O ufak beyinlerinin para ve süsten başka bir şeye basmadığına kalıbımı basarım. Kolları da çöp gibi zaten. Bunları da kim beğeniyorsa! Çirkinlikleri gözlerimi kanatıyor. "
Gözlerim öfkeyle titrerken dudaklarımı dişledim. Marlon'a bir bakış atıp en azından onun adama katılmadığını belirtmesini bekledim. Ama yapmadı. Öfkem artarken prens bozuntusuna döndüm.
"- Sen ne bilirsin be?! Aptal şey. Asıl senin beyninin boş olduğundan eminim. Kadınları aşağılayarak cinsiyetini mi yücelttiğini sanıyorsun? Hadsiz! Ayrıca isteyen istediğini giyer. Sana ne? Rahatsız oluyorsan bakma. Ama insanların giydiklerine laf edip vücutlarını utanmadan dikizlemek çok ahlaklı bir davranış zaten değil mi?!" Kadınları nasıl aç gözlerle süzdüğünü görmüştüm.
Kaşlarını çattı. Ayy çok korktum! Lütfen beni öldürme amca.
"- Terbiyesiz. Düzgün konuş benimle. Hemen özür dile yoksa-"
"- Yoksa ne yaparsın? Hadi terbiye versene bana! Nasıl vereceksin merak ettim. Sen de olmadığı çok belli de."
Boğa gibi burnundan nefes vererek bana dokunmak için -muhtemelen şiddetle baskı altına gireceğimi sanıyordu- kolunu uzatmıştı ki bedenime dokunamadan elini havada yakaladım.
Göz rengim değişerek yerini bembeyaz bir görüntüye bırakırken bir elimle elini sıkıca tutarken diğer elimi boğazına sardım. Boğazında ki elimden ışıklar çıkıyordu ve beraberinde yanık cızırtılarını işitiyordum. Prens çığlık atmaya çalışıyordu ama boğazını sıkan ve yakan elim yüzünden sesi soluğu çıkmıyordu.
"- Öncelikle, sığ düşüncelerle dolu aptal beyninin pekmez gibi akmasından çok memnun olurdum. Ve bana izinsiz dokunmaya cüret eden herkese bugüne kadar haddini bildirdiğimi bilmeni isterim. Sen de o talihsizler gibisin. Prensiplerimi çiğneyenlerin aldığı nefesten tiksiniyorum. Senin gibi biriyle aynı havayı soluyor olmak mide bulandırıcı." Sesim bana bile yabancı gelecek kadar soğuktu. Ve yüzüm o kadar gergindi ki boynumda ki damarlar belirginleşmiş olmalıydı.
Boğazını sıkan elimin altından çıkan cızırtı sesleri artmaya başlamıştı ve boynunun kıpkırmızı olduğunu biliyordum. Yüzü ise bembeyaz kesilmişti. Ve o iğrenç sesi çok şükür ki hâlâ çıkmıyordu.
Elimi -yüzümü buruşturarak- boynundan çekip bedenini paçavraymış gibi yere attım. Gücüme şaşıran elçi öylece kalakalmış, olayları izliyordu. Marlon'un gözleriyse kocaman olmuştu.
Ayaklarımın dibinde ki prensin boynu üçüncü derece yanıklarla dolmuştu. Öksürmeye çalışırken tükürüğünden kan çıkıyordu. Onun ezik görüntüsüne acıyarak baktım.
"- Prens olmuşsun ama adam olamamışsın. Saygı nedir bilmeyen şeref yoksunlarına hadlerini bildirmekten onur duyarım. Sen de haysiyet namına bir şey görmediğim için ölmeni tercih ederdim ama dua et, düğünde çocuklar da var. Cesedini görmelerini istemediğim için canını bağışlıyorum. Ancak bir daha herhangi biri hakkında saçma sapan konuştuğunu duyarsam ya da birine izinsiz dokunmaya kalkışırsan seni öldürürüm. Anladın mı iğrenç yaratık?"
Kesik kesik nefesler alıp veriyordu. Başını sallamaya çalıştığında boynu çok acımış olacak ki çığlık attı. Yüzümü buruşturup üzerine doğru tükürdüğümde ise titredi. Ona bir kez daha bakmadan şatonun dışına ilerledim.
"- Nereye-" Marlon'un arkamdaki sesiyle dişlerimi sıktım.
"- Arabaya gidiyorum. Bir an önce eve gidelim. Bu beyin yoksunlarıyla aynı ortamda daha fazla bulunmak istemiyorum."
●
Olaylar beynimde daha farklı canlansa da yazıya bu şekilde döküldü. Marlon'un sinir bozucu davranışları olması gerekiyordu ama elim onu kötü yazmaya gitmedi.
Öyle yani.
Bb.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhsuz Düşes Canlandı
FantasyBen Gracelýnn Tara Valentin. İlk yaşamımda aristokrat bir leydiydim. İkinci yaşamımda ise 21.yüzyılda İspanya'da yaşayan biriydim. Okumayı severdim. Gençlik yıllarımda okuduğum bir romanda ilk yaşamımda ki kocamın ana karakteri olduğu bir hikâyeyi...