Hastane kanadından çıktıktan sonra bahçeye ilerledim. Orada çok oyalanmıştım çünkü uzandığım yatakta uyuyakalmıştım. Kır çiçeklerinin kokusunu soluyarak beton yolda yürüdüm.
Saray her zamankinden daha sessizdi.
Sessizliğin iyi bir alâmet olduğu söylenemezdi. Bu yüzden içimi tuhaf bir his kapladı. Başımı kaldırıp saray kapısına baktığımda dışardan da çok az sesin geldiğini farkettim. Oysaki galibiyet kutlamaları hâlâ devam ediyordu. Genelde neşeyle haykırırdı insanlar. Şimdiyse garip bir sessizlik vardı. Her yerde hemde.
Yürüdüğüm yolda hiç askerle karşılaşmamıştım. Oysa ki bahçede her 5 metre de bir asker nöbet tutardı. Bir şeyler cidden garipti.
Saray kapısına yaklaşıp orada dikilen muhafıza ilerledim. Burada da tuhaflık vardı. Normal zamanda kapıda en az beş muhafız nöbet tutarken şimdi yalnızca bir kişi vardı. O da tedirgin görünüyordu.
Beni görünce hafifçe eğilerek reverans yaptı. Konuşmasına müsaade etmeden merakımı dile getirdim.
"- Etraf neden bu kadar sessiz ve diğer askerler nerede biliyor musunuz?"
Konuşup konuşmamak arasında gidip gelirken dudağını ısıran adamın başında ki metal kaskı dikkatimi çekti. Acil durumlar dışında bir tehlike yoksa askerler kasklarını takmak şöyle dursun şövalye kıyafetleri bile giymezlerdi genelde çünkü çok ağır oldukları için rahatsızlık duyarlardı.
"- Birkaç saat önce komşu kırallık İsfan'dan bir elçi geldi efendim. Elçinin verdiği haberle imparator konseyi topladı. Toplantıdan sonra herkes aceleyle sarayı terketti. İmparator ve eşiniz Arşidük Valentin ise şehir meydanına gitti. Ne olduğunu tam olarak bilmiyorum ancak anladığım kadarıyla komşu krallıklara ve bize karşı saldırı tehlikesi var. Diğer prens ve prensesler yaklaşık yarım saat önce imparatordan gelen emirle saraydan ayrılıp şehir merkezine gittiler. Yüzleri çok ciddiydi ve endişeli görünüyorlardı."
Sözlerini duyunca içimi bir panik ve korku kapladı. Kalp atışlarım hızlanırken elimi oraya koydum. Asker tam endişeyle bana yaklaşırken geri çekilip arkamı döndüm ve saraya koştum. Hemen ikinci kattaki odama çıkıp elbisemi çıkardım ve siyah bir pantolon, beyaz bir gömlek ve siyah bir çift bot giyip saçımı alttan topladım.
Merkez bölgeye gidecektim.
İçimde ki şifacı hisleri bana insanların acı çektiğini söylüyordu. Böyle mucizevi bir güce sahipken güvenli sarayımda oturup keyif yapamazdım. Ana şehirde ki şifacı sayısı azdı çünkü savaş daha yeni bittiğinden ve hepsi de bu savaşta yorulduğundan kendi memleketlerine gitmişti. Birkaç merkez şehirli dışında şehirde yardıma ihtiyaç olduğunda hazır olacak şifacı yoktu ve olanların nerdeyse hepside tecrübesiz birkaç asistandı.
O yüzden güçlerimi hiç kullanmadan evimde oturmaya devam edemezdim. Bu benim doğamda yoktu. Şifacı olmanın yanı sıra doğa ve hava elementalistiydim. Kıtanın en iyi büyücülerinden biriyken olası bir savaş anında oturmaya devam edemezdim.
Önceki savaşta dükalık evi savaş alanından çok uzaktaydı ve Marlon hemen gittiğinden ben de gidememiştim çünkü olası bir savaşta haneyi yönetecek biri evde kalmalıydı. Bu bir yasaydı. Bazı istisnalar dışında her evde en az bir yetişkin kalmalıydı. Şimdi dükalıkta değildik. Aslında tatil için dahi olsa yüksek mevkideki biri evini başı boş bırakamazdı. Biz de bırakmamıştık aslında. Evde Marlon'un halası vardı. Biz gittiğimiz için vekil olarak orada ikamet ediyordu şu an. Biz gittikten bir saat sonra eve ulaşma haberi gelmişti.
Odadan çıktıktan sonra çocukların odasına girdim. Hepsi Daniel'in odasındaydı ve bir şeylerin yolunda olmadığını anlamış gibi keyifsizlerdi. Beni görünce doğruldular. Acelem olduğu için hızla açıklama yaptım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhsuz Düşes Canlandı
FantasyBen Gracelýnn Tara Valentin. İlk yaşamımda aristokrat bir leydiydim. İkinci yaşamımda ise 21.yüzyılda İspanya'da yaşayan biriydim. Okumayı severdim. Gençlik yıllarımda okuduğum bir romanda ilk yaşamımda ki kocamın ana karakteri olduğu bir hikâyeyi...