1800'lerin başı, İngiltere
Ellerimi belimin arkasında birleştirmiş yürüyordum. Gece vakti olmasına rağmen hava ayaz değildi. Uzun paltomu çıkarmış; balon kol keten gömleğim, lacivert yeleğim, pantolonum dizlerimin biraz altında biten çizmelerim ve bastonumla liman kenarında dostum Jimin'le yürüyordum.
Ben bir ticaret gemisinde genç bir süvariydim; argoda geminin reisiydim. Savaş zamanı ticaret gemileri ve savaş gemileri arasındaki fark bulanıklaşır, donanmaya dahil olurduk. Birlikte uzun seyahatler de yaptığım dostum Jimin'se hiyerarşik konumunun romantik ilişkilerde ekmeğini yiyen bir birinci zabitti. Bana tavladığı bir erkeği kısık sesle ama histerik bir ifadeyle anlatıyordu. Onun alışık olduğum hallerine karşılık önümdeki yola bakıyor, arada derede yaptığı hareketlere gülüyordum.
Limana vardığımızda ihtiyar bir gemici tarafından "İyi akşamlar efendim, sizleri ağırlamak benim için bir şeref." şeklinde karşılandım. Şapkasını çıkarıp bir saygı ifadesi gereği eğildi. Mürettebatı olarak değil de konuk olarak adımımızı attığımız gemide yalnızca Bay Charles tarafından değil, kendisinin ekibi tarafından hoş bir şekilde karşılanmamızın ardından hafif başımı eğip karşımdaki güler yüzlü adamı yanıtladım.
"İyi akşamlar Bay Charles, teveccühünüz efendim."
Jimin'le de aynı şekilde selamlaşmalarının ardından gemiyi turlamaya başladık. Bir yanda tuzlu deniz kokusu, öbür yanda neşeli kalabalığın uğultusu ve deniz dalgalarının sesini işitiyordum. Jimin gözlerini kalabalıkta birini ya da bir şeyi ararmış gibi gezdiriyor, arada derede başını hafif kaldırıp parmak uçlarına çıkıyordu.
"Jimin.." diye uyardım kısık bir sesle tebessüm ederek. "Jimin..?!"
Beni umursamayıp iki eliyle kolumdan tutarak yine parmak uçlarında durdu ve fısıldadı. "Orada.."
Daha sonrasında beni hafif çekiştirerek ilerletmeye başladı. Çok dikkat çekmeyecek bir hızda yürüyorduk, bense yanından geçtiğim beyefendi ve hanımefendilere baş selamı veriyordum. Kimi kadınlar ellerindeki yelpazelerin ardına saklanıyor, kimiyse hafif tebessümle dizlerini kırıyordu. Loş bir ışık ve şık yemek sunumlarıyla ambiyans tatmin ediciydi.
"Sana diyorum Taehyung, bu seferki farklı." diye fısıldadı Jimin, karnıma doğru çektiğim sağ koluma asılarak.
"Bu.. On üçüncü seferki yani?" dedim kulağına eğilip. "Düzeltiyorum: bu ay."
Söylediğim şeyi umursamadı. "Aynen aynen."
Birkaç saniye sonra yürürken kendine hafif çeki düzen verdi, duruşunu dikleştirdi. "Bu arada söylemeden edemeyeceğim, bu sefer senin için de farklı olabilir."dedi. Başta ne dediğini pek anlamadım, kendi hâline bıraktığım dostumun cümlelerini umursamıyordum; o an bana yaptığı emrivakiye kadar.
Varmak istediği yere geldiğimizde bizim gibi asyalı bir centilmen tarafından tebessümle karşılandık. Siması tanıdıktı fakat ilk başta çıkaramadım.
"Bay Yoongi, Taehyung.. Taehyung, Bay Yoongi." diye tanıttı bize birbirimizi Jimin. Ömürlük dostumun karnında uçuşan kelebeklerin ağzından çıkacağını fark eden bir tek ben değildim. Keza karşımdaki centilmen de Jimin'i gördüğüne memnun görünüyordu.
"Taehyung... Bay Yoongi'yle henüz döndüğümüz seyahatte limana kurulmuş tüccarların orada tanıştık. Kendisi bir kâşif." dedi Jimin. Seferlerden dönen mürettebatın başka ülkelerden getirdiği değerli malların fahiş fiyatlara halka satıldığı pazar tezgahlarından bahsediyor olmalıydı.
Gözlerimi kırpıştırdım; kaşlarımı kaldırıp unvanının bende yarattığı hissi ve nereden gözümün ısırdığına dair tahminlerimi es geçmeye çalıştım. Yalnız istemsizce hafif şaşkın ve güleç bir yerden yanıtladım kendisini. "Çok memnun oldum... Bay Yoongi'ydi değil mi?" dedim. "Bu güzel akşamda bir kâşifle sohbet ediyor olmak bir şeref."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
dokunmayarayaparsın
Fanfictional yüreğim senin olsun yüreğim bende kalırsa yaşayamam