Ve yeniden aranızda sizlerle, yepyeni hayatlarla biraz deli kimliğim Afşar Sadık Ata ile karşınızdayım. Umarım sever ve bağrınıza basarsınız bizi.
Selametle kalın.
***
Havada toprak kokusu vardı. Ahmakıslatan, kırkikindi, nisan yağmurları her ne halt deniyorsa adına bu yıl canından bezmişçesine iniyordu yeryüzüne. Bir sen eksiktin gel dedirtecek şekilde olur olmaz zamanlarda gri gökyüzünün derdini indiriyordu. Oysa insanlar dert dinlemeyi değil anlatmayı severlerdi. Yeter ki dinleyecek birini bulsunlar. Asla anlaşılamayacaklarını bilirler fakat umutlarını da yitirmeden anlaşılabilecekleri yeri bulmak umuduyla hababam anlatır anlatırlardı.
Nisan ayının da insandan farkı yoktu. Anlaşılmış anlaşılmamış, kabul görmüş görmemiş anlattıkça anlatıyordu. Çok yoruldum diyordu. Gelip geçiciyim evet ancak anı yaşayıp biraz da rol çalan olmak istemek suç mu? Bir kez de başrol ben olayım. Herkesin dilinde benim adım olsun. Desinler ki bu nisan amma da yağdı. Rutubetlendik sayesinde. İçimiz küflendi. İçleri küflenmeyen, temiz pak insan kalmış gibi. Nisanın suçu neydi bre mübarekler kendi tükürüğünüz bile yetmiyor muydu içlerinizin küf tutması için.
Silecekler var gücüyle çalışıyordu. Hava yağdıkça kapanıyor, kapandıkça yağıyordu. Bir milim ilerlemeyen trafik ise tahammülü yüksek insanın bile ana avrat sövebileceği kadar uzun zamandır aynı durumdaydı. Satıcılara gün doğmuştu. Bir simiti elli liradan satmak üzere ellerinde tuttukları sopalara dizmişlerdi, arabaların aralarında geziniyorlardı. Ellerinde tuttukları şemsiyeleri sadece kendilerini değil on simitle beş yüz lira kazanacaklarını düşünenler için ellerindeki nimetleri de koruyordu. Kesin bir yerde tezgahları vardı. On taneyi satınca gidip bir on tane daha alıp geliyorlardı. Elli lira be insafsızlar. İki saattir trafikte kaldılar diye bir simite elli lira mı vereceklerdi? Hiç mi açlık ne bilmiyorlardı canım? Yemeyiverirlerdi.
Radyoda hep aynı şarkılar çalıyordu. Şöyle bir nostalji programı olsa veyahut iyi bir müzik sistemi ile internete bağlansa istediğini çalsa... Misal Musa Eroğlu. Türkü sevmek suçmuş gibi, hep aynı popüler şarkılar. Sevmese de sağda solda denk gele gele ezberliyordu insan. Radyoyu kapatıp telefondan bir şeyler çalsa... Üşeniyordu. İnsan her şeye üşenir miydi üşeniyordu işte? Dönüş yolu olmasa daha mı az tahammülsüz olurdum acaba diye düşündü. Gidip de yapacak bir şey yokmuş gibi hissetmesine rağmen durduğu yerde geliyordu heyheyler. Nefes terapisi. Burundan nefes al. Önce oturuşunu dikleştir bakalım. Al nefesi uzun uzun hah çek içine. Şimdi orada tut. Tuttun mu? Hadi yavaş yavaş bırak dışarı. Tekrar. Bir daha hadi aslanım. Tutmasan da olur derince çek de hele. Burnundan çek. Ağzından ver. Biraz rahatlamış mıydı sanki? Yok! Zerrece rahatlama yoktu işte. Sarsak işlerle uğraşıyordu son zamanlarda.
Bir kadın öldürülmüştü. Canına yandığımın dünyasında ne çok öldürülüyordu şu kadınlar. Yedi aydır psikiyatri kliniğinde yatmakta olan kadın bir gece kaçıyordu klinikten ve o gece kim vurduya gidiyordu. Tecavüz edilip ardından da öldürülmüştü. Sıradan mıydı? Pekâlâ, benzerlerini çok defa gördüğü bir cinayet hikâyesiydi. Daha fecilerini de görmüştü. Fakat bu defa zorlama yoktu ona biraz canı sıkılıyordu. Öyleyse tecavüz denmezdi adına. Ondan başka tecavüz diyen de yoktu zaten. Kadın dünya kadar ilacın etkisinde diyordu, seviştiği herifi kocası sanmadığı ne malum.
Koca da koca olsa!
Adam cenazeyi teslim almaya gelmemiş, kimsesizler mezarlığına gömün deyip telefonu kapatmıştı. Sorgulayacaklardı it oğlunu bugün yarın. Kadının da bir yakınını bulacaklardı bulmasına da zavallı kimsesizdi. Ne anne ne baba ne kardeş! Bir tek tecavüzcüsü ve katili vardı hayatta. Onu da bulsalar kodese tıkacaklardı. Gel birader önce göm sonra da paşa paşa hapse gir demeyeceklerdi ya. Tecavüzcüsü değil diyorlardı sevdiği, seviştiği. Kabul etmiyorum efendim, kadın hasta, şizofren nasıl bir şey bilmiyor musunuz siz?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sana Kendimi Anlatsam
General FictionSana Kendimi Anlatsam sen de dinlesen... Hep bir anlaşılma isteği ile yaşadığımız zaman diliminin içinde herkesin de anlatma isteği bu kadar çokken kim kimi dinleyecek şaşırıp kalırız. Fakat buldu isek dinlenildiğimiz yeri değer makamımız orası olur...