yirmi beşinci bölüm

57.2K 3.3K 266
                                    

Yirmi yıllık hayatıma çok fazla arkadaş sığdıramamıştım. Okul hayatım boyunca hep sınıfın çok konuşanı, herkes tarafından seviliyor olarak görüleni olmuştum ama aslı böyle değildi.

Evet, herkesle eğlenirdim, hepsini güldürürdüm fakat bu, arkadaşlık değildi. Bir derdim olduğunda bile benden onları eğlendirmemi bekleyen, gülüp oynamamı isteyen insanlar arkadaş olamazdı.

Arkadaş, birbirini anlayan iki insana denirdi; beraber eğlenebilen ama yeri geldiğinde beraber ağlayabilen.

İşte sonra o kalabalığın içinden geriye sadece Müge kalmıştı. Bu yüzden onunla hiçbir konuda ters düşmek istemez, hep olayı tatlıya bağlamaya çalışırdım. Tek arkadaşım oydu. Derdimi anlatabildiğim, aynı sıkıntıyı paylaşabildiğim yalnızca o vardı.

Şimdi bir kişi daha gelmişti. Arkadaş mıydık, bilmiyordum. Muhtemelen değildik. Onunla da eğlenebiliyor, kimi zaman da kavga ediyorduk. Ama sonunda beni anlayabilen birisinin daha olduğunu öğrenmiştim.

Karşımda oturmuş bir şeyler söylememi beklerken ciddi gözüküyordu. "Çok mu kötü bir şey?" Onunla buluşmak istemeyeceğime ne kadar inanmışsa, şu an yan yana oturduğumuz için benim başımın belada olduğunu düşünüyordu. "Üzgün müsün? Bir şey söylesene artık, Işık."

Güneş battığı için güzel bir turunculuk vardı etrafta, piknik yapılan bir çevre olduğunu tahmin ediyordum bulunduğumuz yerin. Etraf yeşilliklerle doluydu, biz de bir ağacın altında oturuyorduk.

"İyiyim," dedim rahat bir nefes alsın diye. "Tehdit altında değilim, seninle vakit geçirmemde ne tür bir gariplik var?"

"Sarılmak istediğimde eve kaçan kişi mi söylüyor bunu?"

Nefes verip, "O eskidendi," dedim. Pek de eski değildi ama bu da gereksiz bir ayrıntıydı. "Evet, bir derdim var ama seninle zaten görüşecektik. Şu an biriyle dertleşmek istediğim için beni de alabilirsin demedim yani, seninle vakit geçirmek istediğim için öyle söyledim."

Birkaç saniye gözlerimin içine baktı. "Tamam işte, güzelim," dediğinde duraksadım. "Derdin ne? Söyle, birlikte halledelim."

"Bunun da eğitimini verdiler herhalde..."

"Ne eğitimi?" dedi kaşlarını çatarak.

"Karşındaki insan güzel olmasa bile, söylediğin sözlerle onu güzel hissettirme eğitimi." Gülümsedim. "Oyunculuk derslerine dahil miydi?"

"Işık," dedi ısrarla ama gülmesini de durduramadı.

"Önce sen anlat o zaman." Sırtımı arkamdaki ağaca yasladığımda onu daha rahat görebilmiştim. Tam önümde oturuyordu. Bağdaş kurmuştu ve buradan bakılınca psikolog rolüne büründüğünü anlayabiliyordum.

"Neyi anlatayım?"

Düşünüyormuş gibi yaptım. "Mesela o gün neden sarhoş olduğunu?" Yere düşmüş bir yaprağı aldım. "Sıkıntının ne olduğunu?"

Afallasa da bu çok kısa sürdü. "Sana yazdığım günü mü diyorsun?" dedi, bildiği halde. "Seninle konuşmayı kestik, daha ne olsun?"

"Asaf," dedim onu taklit ederek. "Salak değilim. Ne olduğunu söyle, ben de anlatacağım. Söz veriyorum."

Dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra yutkunduğunu gördüğümde kaşlarımı çattım. Anlatıp anlatmamak arasında olduğunu anlıyordum, belki de ısrarcı olmamalıyım diye düşündüğüm sırada, "Sen beni internette araştırmıştın, değil mi?" dedi düz bir sesle.

"Evet," diye yanıtladım onu. Kim olduğunu öğrendiğim zaman bakmıştım, pek iç açıcı şeyler yoktu.

"Ailemle ilgili ne gördün?"

Tazminat Ortağı | texting Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin