Müge; Işık Işık Işık
Müge; Hemen benimle geliyorsun
Müge; Asaf Erdem Bursa'daymış
Müge; BURNUMUZUN DİBİNDE
Müge; Twitterda anlık olarak bakıyorum, tam olarak nerede olduğunu öğrenince koşarak gidip fotoğraf çekileceğiz sen de geliyorsun
Müge; Lütfen bir tanem en yakın arkadaşım, lütfen
Okuduğum mesajlardan sonra, yanımda oturan, olayın diğer muhatabına baktım. Yüzündeki keyifli ifadeyle beraber etrafa bakıyordu. Ne kadar bir kafeye gidip oturmayı teklif etsem de kabul etmemiş, kalabalık olmayan bir parka gitmek istemişti. Şimdi anlıyordum ki, bu da birileriyle karşılaşmamak için yaptığı bir şeydi. Kafasından çıkarmadığı şapka gibi.
"Senin burada olduğunu kim biliyor?" dedim sırtımı banka yaslayıp ona dönerken.
Salıncaklarda oyalanan bakışları beni buldu. "Kimse," dedi net bir şekilde. "Sen biliyorsun sadece. Neden?"
Dudaklarımı birbirine bastırırken oyuncu olmanın pek de hoş olmadığının farkına vardım. Fazla sevgi, eminim ki peşinde fazla nefret de getiriyordu ve tüm bunları sırtlanmak için iyi bir psikolojiye ihtiyaç vardı.
"Bence sadece ben bilmiyorum ama..." kaşlarını çattı. "Bursa'da olduğunu biliyorlarmış, hatta tam olarak konumunu bulmaya çalışanlar bile var." Bu kişilerin arasında en yakın arkadaşımın olduğunu söylemeye gerek yoktu.
Gözlerini iki kez kırpıştırdı, eli hızla cebine gitti ve telefonunu çıkardı. "Nasıl ya?" dedi şaşkın sesiyle. Ben onu izlerken telefondan bir şeyler yaptı, aynı zamanda konuşuyordu. "Şapka takıyorum, insanların içinde gözlük de takıyorum. Ne yapmam lazım, yüzüme bez mi örteyim?"
"Yusuf, ne oluyor?" O hararetle bir şeyler anlatırken hiç derdim yokmuşçasına durup onu izlemeye başladım. Aramızda bir şey yoktu ama belki de vardı. Daha önce gerçekten arkadaşça konuşmanın ilerisine gitmemiştik, beni arkadaşı olarak görmediğini söylese bile arkadaş gibiydik işte.
Bizim evin önündeyken sarılman gerekmez mi demişti, o andaki saçmalığımı hatırladığımda yüzümü buruşturdum. Arkadaş olduğumuzu savunuyorsam, her arkadaşın birbirini gördüklerinde yaptığı gibi sarılmalıydım ona ama ben, anneme aldıklarımı vermek bahanesiyle neredeyse koşarak eve girmiş, hemen ardında Müge'ye gideceğim yalanıyla çıkmıştım.
Asaf, onu görene kadar belki de sahiden arkadaşımdı ama ilk gördüğümdeki, o olduğunu anladığımdaki o his, tam olarak arkadaş olmadığımızı kanıtlayan tek şeydi.
Yakışıklıydı. Annemin televizyonda görüp iltifatlar yağdırdığına değer bir yüzü vardı ve kesinlikle emindim ki, Müge Asaf'ı canlı kanlı karşısında görse bayılıp kalırdı.
"Tamam," deyip telefonu kapatması kısa sürmüştü. Meraklı bakışlarımı fark etmiş olmalı ki bana bakıp açıkladı. "Bir markette fotoğraf çekmişler, öyle yayılmış. Sıkıntı yok ama cidden nerede olduğumu arayanlar varmış... Burası bilinen bir park mı?"
"Bizim mahallenin parkı."
Sıkıntıyla nefesini verirken ellerini alnına bastırdı. "Benim şimdi gitmem lazım," dediğinde şaşkınlıkla baktım yüzüne.
"Neden ki, ne oldu?"
"Yönetmene yapımcıya, kısacası kimseye haber vermemiştim buraya gelirken. Yarın da bir ödül töreni mi ne sikimse, öyle bir şey var. Hemen gitmem lazım yoksa iyice karışacak ortalık." Bana baktığında başını omzuna doğru yatırdı. "Böyle hayal etmemiştim, gezecektik, dondurma falan alacaktım sana ama bir dahakine olacak. Tamam mı? Hatta sen İstanbul'a gelirsin, hiçbir şey konuşmadık bile."
Farklı bakıyordu ve keşke dedim, keşke böyle bakmasa. Kalp erimesini yaşıyor olabilir miydim?
"Tamam," dedim, üzüldüğümü belli etmeden. "Takma sen, zaten geleceğini de bilmiyordum ki, sen dondurmayı yemişiz, gezmişiz say." Banktan kalktığımda ardımdan o da kalktı. "Seni otobüse kadar bırakayım."
Ciddi bir ifadeyle iki saniye yüzüme baktı, sonra beklemediğim bir anda kahkaha atmaya başladı. Ne olduğunu anlayamadığımda, "Harbiden komik bir kızsın, Işık," dedi gülmeye devam ederek. "Tam tersi olacak. Ben seni eve bırakacağım."
"Saçmalama," diye karşı çıktım. "Ben İstanbul'a gelsem tek başıma gitmeme izin verir misin? Vermezsin, ben de vermiyorum."
"Aynı şey değil," derken yürümeye başladı. Ben de kendime gelip arkasından ilerledim. "Saat 10'u geçiyor. Beni bırakacaksın. Ee? Sonra eve nasıl geleceksin? Hem zaten ben arabamla geldim."
"Metroyla dönerdim." Ne kartım yanımdaydı ne de yeterince param. Maksat ayıp olmamasıydı.
Bana yandan bir bakış attıktan sonra beni afallatmaya bayılmış olacak ki, ne olduğunu anlayamadığım bir an kolunu omzuma attı. Şaşkınlıkla duraksadığımda, omzumdan ittirip yürümemi sağladı.
"O gün ne oldu, biliyor musun," dedi benim şaşkınlığımı boş verip. "Eve giderken yine bir markete uğradım, birkaç kişiyle karşılaşıp fotoğraf çekildim falan neyse, bir kız beni gördü ağlamaya başladı. Yemin ederim ben de ağlayacaktım neredeyse. Çok saçma geliyor böyle şeyler bana ama belli etmemeye de çalıştım." Başını salladı. "İşte senin az önceki durmana bir örnek vermek istedim ve biz buna ne diyoruz?" Yüzüne baktım, sırıttı. "Asaf etkisi."
"Yaa Asaf," dedim gülmemek için yanağımın içini ısırırken. "Bi' git. Ben şaşırdım sadece, ne bu samimiyet yani, değil mi?"
Bana bakarken imayla kaşlarını kaldırdı. "Arkadaşız sonuçta."
"Sen her arkadaşına böyle samimi hareketler mi yapıyorsun?" Gözlerimi kısarken güldüm. "Esra?"
Omzumdaki eliyle önüme gelen bir tutam saçımı geriye atarken nefesimi tuttuğumu çok sonra fark ettim. "Yok," dedi cıklarken. "Bu sana özel. Galiba senin bu kıskançlığın da bana özel..."
"Kıskanmıyorum tabii ki."
Dudağını bükerken, "Esra'ya da böyle hareketler mi yapıyorsun?" diyerek sesini değiştirdi ve sanırım beni taklit etti.
Gülmemi durdurmaya çalışsam da başaramadım ve gülmeye başladım. Yol boyunca konuştuk ve anladım ki, beni eğlendiren mesajlaşmamız değil, Asaf'tı.
Evin önünde durduğumuzda derin bir nefes çektim içime. "İstanbul'a gittiğinde ara beni," dedim kesin bir şekilde gözlerinin içine bakarken. "Hatta eve varınca da yaz."
"Tuvalete girerken de bilgilendireyim mi?"
"Ciddiyim ben."
Gözlerini açıp, "Koskoca adamım ben, Işık," dedi. "Kaçırmazlar beni, korkma."
"O kadar emin olma," dedim ellerimi arkamda birleştirip. "Seni kaçırmak için sıraya girecek binlerce kişi vardır." Dudaklarımı birbirine bastırırken memnuniyetsizlikle mırıldandım. "Annem de dahil."
"Yaa..." dedi üzgün bir tonda. "Keşke annenle de tanışabilseydim ama," telefondan saate baktı. "Geç kalmamam gerekiyor. Başka sefere artık."
Sağa ve sola baktım. "Görüşürüz o zaman?"
Gözlerime ters ters baktıktan sonra eliyle omzuma birkaç kez hafifçe vurdu. "Aynen kanka, görüşürüz."
"Kanka mı?"
"Bence de Işık, kanka mı?" Anlamayarak gözlerinin içine baktığımda çocuk gibi huysuzlandı. "Şuraya kadar geldim bir kere sarılmadın ya. Hadi bak arkadaşça yanaktan öpmeyi geçtim. Neden sarılmayıp kaçtın?"
"Çünkü," dedim ama elde bir çünkü yoktu.
"Evet Işık, çünkü?"
Merakla bakan gözleri, tüm irademi yerle bir edebilecek kadar güzel bakıyordu ve ben yeşil gözleri çok severdim. Sonuçta gidecekti ve vedalaşmak gerekirdi. Bir anda uzanıp kollarımı boynuna sardığımda parmaklarımın ucunda kalkmak zorunda kalmıştım. Gülüş sesini, ardından belime dolanan kollarını hissettim.
"Bak," dedi ben gözlerimi kapattığımda. "Bu kadar kolay." Gülüş sesi tekrar doldu kulağıma. "Arkadaşım."
Arkadaş olamayacak kadar güzelsin, Asaf. Ama bunu bilemezsin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tazminat Ortağı | texting
Teen FictionIşık; Sen osun, değil mi? Işık; O dizinin başrolü sensin ve haftalardır beni kandırıyorsun görüldü.