adelfa

2.3K 384 438
                                        

Kulaklığımdan gelen sözleri umursamadan sadece melodiye odaklamıştım kendimi, bir yandan da kitaplarımı dolabıma yerleştiriyordum.

Sözlerden çok melodinin ne anlattığını dinlerdim genellikle, çünkü melodinin sözlerden daha etkili olduğuna inanırdım. Sözlerin bile anlatamadığı şeyin melodilerde gizli olduğunu duyar, ona göre anlam yüklerdim şarkıya.

Bazen de düşünmekten melodiyi bile duyamayacak hale gelirdim. Ben düşünürken o şarkı gelip geçerdi; ben ise düşüncelerimle baş başa kalmış olurdum. Özellikle Jisung'u düşünmeye başladığım zamanlar çok olurdu bu.

Onu düşünmekten, çok sevdiğim melodileri ve anlamları kaçırırdım. Düşüncelerim de çoktan beynimi istila etmiş olurdu.

Ve onunla baş başa bırakırlardı beni.

Derin bir nefes aldığımda gözüm dolap kapağının iç tarafına kaydı. İçine asmış olduğum çiçekler kokusunu belli ederken gülümsedim ve elimi rastgele bir çiçeğe atıp okşadım. Mavi, kadifemsi çiçeğin dokusunu hissederken bakışlarımı ortadaki boynu bükülen çiçeğe çevirdim ve sıkıntıyla bir nefes aldım. Yakında solacağı belli oluyordu.

Kufeya çiçeğiydi solacak olan çiçeğim.

Gözlerimi kırpıştırarak çiçeklerimi bıraktım ve kitaplara son kez göz gezdirerek dolabın kapağını ittirerek kapanmasını sağladım. Dinlediğim şarkı bittiğinde çalma listem kafasına göre yeni bir şarkıyı verdi kulaklarıma. Anında melodiye odaklanırken sağ tarafa döndüm gitmek için. Ancak gördüğüm şeyle boğazım düğümlendi ve adımlarım yere kendini sabitledi.

Çünkü karşımda,  ışıldayan gözleriyle bana bakan bir Han Jisung duruyordu. Bu da yetmezmiş gibi üstüne üstlük bana gülümsüyordu.

Kulaklığımdan gelen ses yavaşça boğuklaşırken melodi geçip gidiyordu ve ben adeta kitlenmiş gibiydim. Ne gidebiliyor, ne de hareket edebiliyordum. Han Jisung'un güzel gözleri ve çiçek gülüşü beni etkisi altına almış durumdaydı.

Öyle ki burnuma gelen kokuyla gözlerimi kapatma ihtiyacıyla dolup taştım. Kıskandığım konu aklıma gelirken haklılıkla gözlerimi kapattım.

Onlar haklıydı, Jisung gerçekten cennete sahipti.

Gözlerimi açtığımda duraksamış olan Jisung gerçekliğe dönmemi sağladığında anında elimi cebime atıp telefonumu çıkarttım. Çalan müziği durdurup kulaklığımı hızla kulağımdan çıkarttım. Yutkunduğumda nefesim ve kalbim adeta titriyordu.

Han Jisung, karşımdaki varlığıyla sadece birkaç saniyede bile dengemle oynamıştı.

Karşımdaki çiçek oğlan gülümseyerek bana yaklaşırken "Geçen gün için özür dilerim! Aklımdaydın ama hiç fırsatı yakalayamadım. Felix'in beni tanıştırmak istediği arkadaşı sendin değil mi, Lee Minho olan!" dedi.

Başımı usulca olumlu anlamda salladım ve dalgaların alnıma dökülmesine izin verdim. "Ben Han Jisung!" diyerek elini uzattı yüzündeki gülümsemesini korurken. Yutkunarak ona baktığımda elimde olmadan gülümsedim ve kaşlarımı havaya kaldırıp "Lee Minho." dedim elini sıkarken.

Gülümsemesi genişlerken "Memnun oldum Minho." dedi. Ben de başımı salladım ve "Ben de, ben de memnun oldum." dedim elimi çekerken.

Arkadan gelen "Hadi Jisung!" sesiyle karşımdaki güzel oğlan arkasını dönüp onu bekleyen arkadaşlarına başını olumlu anlamda salladı. Ardından bana bakıp "Sonra görüşürüz!" dedi çocuk gibi. Gülümseyerek "Görüşürüz!" dediğimde arkasını dönüp ilerlemeye başladı.

Sonrasında duraksayıp tekrar bana döndü, heyecanla yapacağı hamleyi beklerken hafifçe gülümseyip "Ve esas oğlan, yakışıklı oğlanın yanından ayrılır." diyerek bana son bir bakış attı. Ardından arkadaşlarının yanına doğru ilerledi.

Onun arkasından şokla bakarken kalbim fazla hızlıydı, zakkum seven birine göre fazla hızlıydı hatta.

Ben, çivilenmiş gibi koridorun ortasında dikilirken gerçekten gülüşünün çiçek olduğuna kanaat getirmiştim. Cennete sahip olduğuna da.

Ve doğruydu, onun yanında ben hiçbir zaman çiçek olamazdım. Ben ne çiçek gülüşlü olurdum, ne de cennete sahip olurdum.

Çünkü Jisung gülüşüyle çiçekleri, kokusuyla cenneti andırırken sıra bana gelmezdi.

Fakat gelmesine gerek yoktu, çünkü onları en güzel Jisung yaşatırdı.

***************************************

Bardaktaki suyunun son yudumlarını alırken, boğazındaki yumrunun geçmesini bekliyordu Jisung. Masasının üzerindeki küçük beyaz şişeye bakarken iri gözlerindeki ışıltısını kaybettiğini hissetti.

Yavaş adımlarla soğuk zeminde adımlayarak masasının yanına ulaştı ve şişeyi elinin içine hapsetti. Masasına bağlı olan çekmeceyi açarak kafes görevi gören elini gevşetti ve şişeyi usulca çekmecenin içine yerleştirip kapattı küçük gözeneği.

Ellerini masanın iki yanına dayayıp destek alırken başını hafifçe kaldırıp küçük aynasına bakıp kendisini inceledi.

İri gözlerinin altı mordu, gözbebekleri ise ışıltısını söndürmüştü. Saçları terlediğinden ötürü ıslaktı ve yanakları hafifçe dökülmüştü. Dudakları kuru kalmıştı.

Jisung diliyle dudağını ıslatırken hafifçe burnunu çekip terli saçını eliyle karıştırdı. Kabus gördüğü için uyanmıştı bu saatte.

Kalbi ağırmaya başlarken derin bir nefes aldı ve tanıdık hissin geçmesi için birkaç kere yutkundu. İçeriden sesler gelmeye başladığında ise hafifçe güldü ve kulaklığını alarak usulca yatağına yerleşti.

Müziği açıp sesi fullerken yutkundu ve şarkının sözlerine odaklanmaya çalıştı.

Fakat kalbindeki o ağır his geçmiyordu.

Gözlerini yumup birkaç kere nefes aldığında daha fazla dayanamadı ve yatakta doğrulup, artık yazmaya alışmış olduğu numaraya mesaj attı.

jisung:
hyung
dayanamıyorum

Telefonunu kapattığında saatin geç olduğunun farkındaydı ve yüksek ihtimalle yazdığı genç sabah görecekti fakat yine de umursamadı.

Gözlerini tekrardan yumduğunda kendini rahat bırakarak o hissin geçmesini bekledi ve huzurlu bir şekilde uyumayı diledi.

Saatler birbirini devirirken akrep ve yelkovan çarpıştı, ikisi denk geldiğinde ise Jisung o hisle birlikte uyudu.

Son dört aydır olduğu gibi.

oleander, minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin