Sınırlar

396 36 53
                                    

Zehra Balaban

Mutfağa girerken sessiz olmaya özen gösteriyordum. Saat on bir olmak üzereydi ve çocuklar çoktan uyutulmuş, diğerleri de odalarına geçmişlerdi. Kimin uyuduğunu, kimin uyanık olduğunu bilmediğimden ses çıkarmamaya çalışıyordum. "Ne arıyorsun?" diyen sesle korkudan yerimden sıçradım.

Saçlarımı geriye tarayıp elimi korkudan hızlanan kalbime bastırdım. Sessizliğe öylesine odaklanmıştım ki birinin mutfağa gelebileceği aklıma gelmemişti. Serdar kapıya yaslanmış halde beni izliyordu. "Ben mi uyandırdım?" dediğimde onu rahatsız etmiş olma ihtimalim yüzünden utanmış, yanaklarım alev almıştı. Şimdiye kadar kendi evim dışında bir yerde kalmadığımdan hareketlerime ekstra dikkat ediyordum. Üstelik buradaki insanlara yabancıydım. "Üzgünüm."

"Uyumuyordum, Zehra. Ne arıyorsun?"

Utandığım zamanlarda yaptığım gibi saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırarak sorusunu cevapladım. "Kahve yapmak istiyordum ama cezveyi bulamadım." Bakışlarımı sürekli etrafta dolaştırıyor, Serdarın yemyeşil bakan gözlerinden kaçırıyordum. Nedensizce dünkü konuşmamızdan sonra ne zaman karşı karşıya gelsek geriliyor, ne yapacağımı şaşırıyordum.

"Bu saatte kahve içersen uyuyamazsın."

Aklımdan geçeni söyleyip söylememek arasında kalsam da ilk andan beri olduğu gibi dürüst davranmayı seçerek "İçmezsem aklımda kalır, hiç uyuyamam," dedim. Hissettiğim gerginlikle beraber neden Serdara karşı tamamen açık olduğumun da nedenini bilmiyordum. İçimden bir şeyleri saklamak gelmiyordu.

Serdar aklına bir şey gelmiş gibi gülümsedi. "Peki daha lezzetli ve uyku kaçırmayan bir şey içsen?" Hissettiğim merak yüzünden gözlerimin parladığını tahmin ediyordum. Ablam hep bir şeyleri merak ettiğimde gözlerimin parladığını söylerdi.

"Neymiş o?"

Serdar mutfaktaki bar taburelerinden birini çekerek "Otur," dedi. Ardından tezgahtaki çaylardan birini alarak demlemeye başladı. Dirseklerimi tezgaha, çenemi de birleştirdiğim ellerime yaslayarak onu izliyordum. Sürekli takım elbiseyle gezen birinin mutfakta çalıştığını izlemek eğlenceliydi. Aklıma rendeyle verdiği mücadele gelirken gülmemek için alt dudağımı ısırdım. "Ağrın var mı?"

"Yok. Bazen gözlerim kararıyor ama ilaçlar sayesinde hızlı toparlıyorum."

Çayın hazırlanmasını beklerken sırtını tezgaha yaslayıp yeniden gülümsedi. "Gitmek için acele etmemeni istesem sınırlarını aşmış olur muyum?" Sorusuna kendisi de benim kadar şaşırmıştı sanki.

"Neden?" Hissettiğim şaşkınlık yüzünden sesimin çatladığını fark edince bir an duraksadıktan sonra sorumu farklı şekilde yineledim. Gerginliğim arttıkça kalp atışlarımın hızına yetişmekte zorlanıyordum. "Yani neden bunu istiyorsun? Akşın için mi?"

"Bana karşı hep dürüstsün, değil mi? İstemediğin halde hem de?" Kısacık bir an düşündükten sonra başımı olumlu anlamda sallamamla derin bir nefesi ciğerlerine doldurdu. "O zaman izin verirsen ben de dürüst olacağım. Elbette yeğenime iyi geldiğin, hatta ablanla birlikte iyi geldiğiniz için mutluyum ama gitmek için acele etmemeni istememin nedeni tamamen bencilce. Seni biraz daha tanımak istiyorum."

"İyi de... Neden?"

Arkasını dönüp çayı bardaklara doldurdu. Birlikte mutfak masasına geçene kadar sessiz kaldık. "İç hadi. Bakalım beğenecek misin." İkimiz de büyük bir yudum alırken gözlerimin aldığım zevkle kapanmasına engel olamadım. Tadına bayılmıştım.

"Çok güzel. Ellerine sağlık."

"Beğenmene sevindim. Birkaç yıl önce Kıbrısta kaldığım otelde bu çay servis ediliyordu. Çok sevdiğim için o zamandan beri eve de alıyorum ama bizimkilerden beğenen olmadı. Sadece ben içiyorum. Az önce sana bakarken sevebileceğini düşündüm. Haklıymışım."

Affet [+18]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin