Bu bölümde zaman atlaması olmuştur.
Hakan’dan:
Bebekliğini hatırlıyorum onun. Her ne kadar kötü zamanlar geçirmiş olsa bile o bu dünyada bütün güzellikleri alt edecek güzelliğiyle benim dayanağım ve iyi günüm oldu. Hani derler ya; hayatın anlamı diye, ben ona kısaca Esma diyorum. Belki ona yaşattıklarımın vicdan azabından dolayı iyi olduğum düşünülebilir ama hayır. Bu bambaşka bir şey ama adını ben de henüz bilmiyorum...
İlkokul hali bile hala gözlerimin önünde. Saçları iki kenardan bağlanmış o minik, o ön dişleri olmayan, geçmişin izlerini taşımayıp neşe ve hayat dolu o küçük kız çocuğu. Her zaman bıcır bıcır konuşup beni neşelendiren o kızın benden uzak düşmesi düşüncesi bile kalbimi delice bir korkuya düşürürken onun benden kilometrelerce uzak düşmesi...
Evet, havalimanındaki koca kargaşa içinde gözlerim sadece Esma’nın üzerinde takılı kalırken o küçük kızın böyle büyüyüp üniversiteye gidecek olması bana inanılmaz geliyordu.
Zaman... Ne kadar ilginç gelip geçiyor değil mi? Gidişine isyan edebileceğimiz şeyleri bizden alırken ondan daha güzellerini verip bizi ikileme düşürüp aklımızı karıştıran zaman.
Omzuma dokunan elle irkilerek düşüncelerinden sıyrılıp yavaşça arkama döndüm. İşte, hayatımın anlamı tam şuan bana bakıyor.
“Hadi ama ağabey sıkma canını sadece 4 yıl?”
Kaşlarımı çatarak ona sorgulayan bir şekilde baktım. Gülümsemesini bozmadan devam etti:
“Tamam, 4 yıl az değil ama sık sık buraya gelirim. Asla kurtulamazsınız benden!”
Yalandan öfkeyle söylediği şeyler bana da bir gülümseme bulaştırdı.
“Tüh, kurtulamaz mıyım?”
Yaptığımız tiyatroya kollarını göğsünde birleştirerek devam etti.
“Hayır aslaa!”
Bu sefer kendimi tutmadan gülmeye başladım.
“Gel buraya.”
Onu kollarımın arasına alıp dudaklarımı alnına bastırdım. Küçük bir öpücük bıraktıktan sonra sıkıca ona sarıldım. Kokusunu derince solurken onu bırakmak istemediğimi hissedince anlamını bilmediğim duygular yine harekete geçti. İstemsizce içim titrerken onu yavaşça bıraktım.
Başımı kaldırınca Koray’ın kaşlarını çatarak bizi izlediğini görünce istemsizce bir adım geriledim. Birkaç ay önce hastanede söyledikleri aklıma gelince gözlerimi kaçırdım. Açık sözlü o konuşması istemsizce beni geriyor, bende kaçma isteği uyandırıyordu.
Benden sonra önce Koray’a daha sonra da diğer aile üyeleri ile vedalaşan Esma kalkan uçağa yetişmek için elindeki valizi çekiştirirken arkasını dönüp son kez hepimize gülümseyerek el salladı ve uçağa ilerledi.
Onu uğurladıktan sonra geldiğimiz arabalar ile eve geri döndük. Kendimi yorgunca kanepeye atarken dalgın dalgın düşünüyor, onun 4 yıl boyunca yurt dışında iyi olabilmesi için neler yapabileceğimi hesaplıyordum. Sıkkınca iç çektikten sonra yanıma annemin oturduğunu hissetsem de bakışlarımı karşıdaki duvardan çekmeden oturmaya devam ettim. Önce bana baktı ardından benim gibi iç çekerek konuşmaya başladı:
“Görüyorsun ya. Eskiden parklara götürüp oyunlar oynattığımız Esmamız büyüdü üniversiteye gidiyor.”
Sıkkınca göz devirdim.
“Biliyorum anne fark ettim.”
Kaşlarını çatarak hızla bana döndü:
“Bilirsin elbet! Onu oraya gönderen bizzat sensin.”
Bu doğruydu. Onun potansiyelinin yeteceği, ona daha iyi imkanlar sunan ve yabancı bir dil öğrenebileceği bir üniversiteye gitmesi en iyi yurt dışında mümkündü. buna da imkanımız varken ‘neden gitmeyesin’ diyerek onu desteklemiş ve en sonunda güzel bir bölüm kazanmasına büyük rol oynamıştım. Elbette bunun için büyük fedakarlıklar ve birçok kişiyi ikna etme çabası gerekmişti.
Elbette ki ilk karşı çıkan Koray olmuştu. Haklı olarak kızmış, ‘nasıl onu benden habersiz böyle uzağa gönderebilirsiniz’ diye sitem etmişti. Esma’nın da çabaları ile onu ikna etmiştik. Elbette ki çok zor olmuştu. Sonuçta ağabeylik görevini Esma’ya fark ettirmeden yapmak zorundaydı ve bu onun için de zordu. En iyi şartlarda onu okutmak için göndermiştik aslında. Ama asıl nedeni benim açımdan başkaydı...
Ona karşı olan hislerim beni korkutuyor, ondan uzak durmaya çalışırken aynı zamanda da yanı başımda olmasını istiyordum. O beni öz ağabeyi gibi bilirken benim böyle hissetmem elbette ki yanlış ama aynı zamanda da dünyanın en doğru şeyiymiş gibi geliyordu. Bu yüzden çareyi bir nevi kaçmakta, en azından kendimden emin olana kadar onu kendimden uzak tutmakta bulmuştum.
“Şuan bunu düşünmek istemiyorum” diyerek annemin yanından kalktım ve biraz dinlenmek için odama gittim. Yatağıma yatıp kendimi uykuya bırakmadan önce hissettiğim tek şey şiddetli bir baş ağrısıydı.
**
Gözlerim acıyarak açılırken yatağımın yanındaki saate göz attım. Saat akşam sekizi gösteriyordu. Kaşlarını çattım. Daha önce hiç bu kadar çok uyumamıştım. Aklıma gelen fikir ile hızla ayağa kalktım ve baş dönmesinin sersemlemesini umursamadan telefonumu alarak rehbere girip Esma’nın ismimin üzerine tıkladım.
Telesekreterin sesini duymama şaşkınlıkla tekrar aradım. Yine aynı sesi duyunca sinirle kapattım. 15 dakika sonra tekrar aramak üzereyken telefonum çaldı. Arayan Esmaydı.
“Alo ağabey?”
“Esma? Kiminle konuşup duruyorsun arıyorum arıyorum meşgul?”
“Şey ağabey...”
Sesindeki çekingenliği ilk defa duymanın şaşkınlığı ile kaşlarım çatıldı.
“Ney?”
“Aras ile konuşuyorduk da dalmışım o yüzden meşgule düşmüş telefon.”
Kaşlarım istemsizce çatılırken içimde nedensiz bir öfke duymuştum. Oraya varınca özellikle beni aramasını istemiştim ama o ilk önce Aras denen o çocuğu neden aramıştı ki?
Nedense Aras hiç hoşuma gitmiyordu. Liseden beri Esma'nın peşinde dolanıp durması beni rahatsız ediyordu ama daha rahatsız edeni ise kimsenin bunda anormallik görmemesiydi. Sürekli etrafında olması ne kadar normaldi ki?
"ağabey orada mısın?"
Esma’nın sesini duymamla irkilerek kendime geldim.
"Evet buradayım. Baksana sen biraz dinlen olur mu biz daha sonra konuşalım."
"Hayır ağabey dinlendim ben."
"Emin misin?"
"Evet hadi konuşalım."
Yaklaşık yarım saat konuştuktan sonra telefonu kapattım. Bana oraların ne kadar büyük olduğundan, oda arkadaşlarından, ve biraz yolculuktan bahsedip tekrar arayacağını söyledi. O güzel sesiyle konuşurken bile benim aklım hala Arastaydı. Bu durum beni oldukça rahatsız ediyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Aşkım
Teen FictionZengin bir ailenin şımarık ve uçarı bir çocuğuydu Hakan. Babası İlhan Bey ülkenin en tanınan mühendislerinden biriydi. Tek çocuk olması ve her istediğinin elinin altında olması onu haklı olarak şımartmıştı ama bu uçarılığının bedelini hayatının sonu...