Sallanan arabanın içinde, omzuma baş koymuş anama ve kucağımda yatan Çetin'e bir göz gezdirip tekrar camdan dışarı baktım. Şafak daha yeni söküyordu sıra dağların ardından. Herkes uyuduğu için sadece motorun sesi duyuluyordu.
Birkaç gün önce ekin biçimi gelmeden tarlayı satan amcam, ektiğim mahsûlü bile almama mâni olmuştu. Yeniden kapısına dayansam da bu kez de ortada görünmemiş, yine Fuat'la kavga etmiştik. Tâ ki, it gibi dolanma kapımda! diye bağırana kadar. Ne desem, ne yapsam kâr etmeyeceğini anlayarak döndüm.
Sattığı adamla konuşmaya çalışsam da ben tarlayı öyle satın aldım demiş mahsûlü tarlada bırakmak zorunda kalmıştım. Elde avuçta hiçbir şey yoktu. Ahırda iki sığırdan gayrı para edecek bir şey de kalmayınca, dün öğlen askerlik arkadaşım olan Ufuk'u aradım.
Zonguldak da bir madende işçi olarak çalıştığını, işim düşerse muhakkak ki onu aramam gerektiğini tembihlemiş olduğundan ne kadar istemesem de el mecbur arayıp durumu anlattım. O da ilk otobüsle gelmem için ısrar etmişti. O günün akşamı âni bir kararla herşeyi satıp savdım, elime geçen parayla da bilet almıştım.
Şimdi de Zonguldak'a, eldeki üç kuruşla yola çıkmıştık. Artık neyin doğru neyin yanlış olduğunu kavrayamayacak kadar beynim doluydu. Yola bakarken, tahmin ettiğim üzre iki-üç saatlik yolumuz kalmıştı.
Derin bir iç çektim. Kendimi geçmiştim çoktan, anamla kardeşimi rahat ettirebilecek miydim onu düşünüyordum.
***
"Hoş geldiniz tertip. Gözlerim yollarda kaldı." diyerek bana sarılan Ufuk'a aynı şekilde sarılmış ve geri çekilmiştim. "Ee, hadi o vakit. Bize gidelim, anam dünden beri hazırlık yapıyor. Tek börek yiyemedim içimde kaldı." Ufuk'un dertli dertli konuşmasına karşı Çetin gülünce, istemsiz hepimizin yüzünde bir gülümseme olmuştu.
Kasabadan köylere giden minibüslerden birine binip doğruca Ufuk'un evine doğru yola çıktık. Köye vardığımızda, araçtan inip az ilerideki köyün içine doğru yürümeye başladık. Çok eşyamız yoktu. Üç bavul vardı elimizde. Birini Ufuk taşırken, ikisini ben taşıyordum.
Hayriye teyze, bizi görünce gelip sevecen bir şekilde hepimize sarılıp hâl hatır sormuştu. Ayak üstü biraz da onunla konuşup hazır sofraya oturduk birlikte.
"Bu gün dinlenin, yarın şefle görüşürüz tertip." Hem börek yiyip, hem de benimle konuşan Ufuk'a başımı iki yana sallayarak itiraz ettim. "Olmaz, bir an önce görüşmem dâhâ iyi olur."dedim bardağımda tek yudum kalan çayı içerken.
Durumu bildiğinden yalnızca başını salladı Ufuk. "Artık burada mı yaşayacağız abi?" Çetin, merakla bakan gözlerini bana çevirmiş bakarken kısaca baş salladım. "Evet abicim, artık buradayız."dedim.
Anam buruk bir ifâdeyle bakarken, derin bir iç çektim. Elimden ancak bu kadarı geliyordu.
Yemekten sonra Ufuk'la birlikte köyün birkaç kilometre ilerisindeki maden ocağına doğru ilerledik. Yol uzak değildi lâkin, yol yorgunu olduğumdan mütevellit dizlerimde ağrı vardı. Buna rağmen aldırış etmemeye çalıştım.
"Yine gelmiş."Ufuk'un mırıltıyla dediklerini tam duyamadığım için ona döndüm. "Bir şey mi dedin?"
Eliyle az ileride, maden ocaklarının önünde biriyle konuşan üniformalı adamı gösterdi. Kaşlarım anlamayarak çatılırken,"Kim ki bu?" dedim bir yandan da adamı incelerken. Arkadan görünen kuzguni siyah saçları, geniş sırtı ve buradan bile belli uzun boyuyla iri biriydi.
"Bu geçen aylarda yeni atanan karakol komutanı Tahir. Burada çalışan çoğu kişinin sigortası yok. Adam da taktı, sigortası olmayanı evine yolluyor." dedikleriyle kaşlarım havalanırken, "Aslında haklı adam."dedim.
"Sen de başlama tertip, elbet haklı ama kim sigortalı iş kaybetmiş de biz bulalım? Milletin kursağından iki lokma geçerse ne âlâ."diyen Ufuk her ne kadar doğru dese de kararsız kalmıştım. Bana ilişmediği sürece sıkıntı yoktu benim nazarımda.
Biz yaklaşırken, Tahir denen adam da gidiyordu. Böyle hırslı gidişine bakalılırsa muhtemelen yine istediği olmamıştı. Kendi kendine söylenen adamın yanında durduğumuzda, "Hükümet saldı başımıza bunun gibi deliyi, uğraşıyoruz." Dediğinde istemsizce güldüm. Çünkü konuşurken adamın göbeği hopluyordu.
"Selâmın Aleyküm Hicri abi."Ufuk seslenince adamın dikkati bize döndü. "Ve Aleyküm Selâm Ufuk. Hayırdır, izinli değil miydin bu gün?"diyen adama eliyle beni gösterdi.
"Şef, bu arkadaşım Hasan. Bu gün geldiler Zonguldak'a. Mâlum, iş lâzım..."diyen Ufuk'la bana döndü adam. Bir süre baktı ardından başını salladı. "Olur, ayarlarız. Hoş geldin delikanlı." Elini sıkmam için uzatan adama, aynı şekilde karşılık verdim. "Hoş buldum beyim."dedim.
"Madende çalışacaksın, sabah yedi akşam beş. Öğlen yemekleri sadece bizden, onun haricinde bir şey vermiyoruz. Yevmiyeler çalıştığın gün kadar ödeniyor. Aylığın eğer güzel çalışırsan on milyona kadar çıkar." Dediklerini dikkatle dinlediğim adama,"Tamam beyim, benim için uygun."dedim. Bir an önce işe başlayıp para kazanmam gerkiyordu.
Ufuk elbet ki beni her zaman konuk eder, asla bırakmazdı bu şekilde. Lâkin ben rahat edemiyordum. Bir çatı altında iki aile olmazdı.
Anlaşıp, yarın iş başı yapacağıma dair sözleşmiş ve Ufuk'la geri dönmüştük. Dönüşte, köy yolunda askeri aracın önünde durmuş sigara içen adama takıldı gözlerim. Yüzünü şimdi görebilmiştim. Mavi gözleri tâ buradan belli olurken, kalın dudakları arasına aldığı sigarayı ince parmaklarıyla geri çekti.
Duman ağzından ve burnundan havaya karışırken, gözleri bana dönünce hemen çektim gözlerimi. Ufuk, yanımda bir şeyler anlatırken ben hızla atan kalbimle derin bir nefes aldım. Gözleri o kadar sert bakıyordu ki irkilmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MADEN [bxb]
Historical Fiction[TAMAMLANDI] *Hikâye 1982 yılını ele almaktadır. ** Yıllar evvel babasını kandırarak kendi tarlalarına çöken amcasına boyun eğmek zorunda kalan Hasan, bir gün o tarlanın satılacak olduğunu duyar. Amcasının kapısına dayansa da fayda etmez. Son çare a...
![MADEN [bxb]](https://img.wattpad.com/cover/300507142-64-k150132.jpg)